Eğitim-Sen Gaziantep Şube Başkanı Ali Ersönmez, kent genelinde derslik sıkıntısının oldukça büyük olduğunu ve bunun eğitime olumsuz şekilde yansıdığına dikkat çekti. Ersönmez, “Suriyeli öğrencilerin örgün eğitime dahil edilmesiyle, sınıf mevcutları artmış, öğretmen yükü büyümüş ve öğrenciler arasındaki dil, sosyo-kültürel, ekonomik vd. farklılıklardan dolayı uyum ve bütünlüklü eğitim sağlanamamıştır” dedi.
“İKİLİ VE BİRLEŞTİRİLMİŞ SINIF UYGULAMASI EĞİTİMİ GERİYE GÖTÜRMEYE DEVAM EDİYOR”
“Yanlış okullaşma sonucu Anadolu liseleri kapasitesinin üzerinde öğrenci alırken, Meslek ve İmama Hatip okulların binaları kapasitelerinin çok altında öğrenci ile eğitim sürdürmektedirler. Derslik başına düşen öğrenci sayıları Türkiye ve OECD ortalamasının çok üzerindedir” şeklinde sözlerine başlayan Ersönmez, “Öğretmen açığı ve ücretli öğretmen uygulaması ilimizde devam etmektedir. Okullardaki sosyal etkinlik alanları(kütüphane, sportif alanlar, etkinlik sahaları vb.) yetersiz veya dersliklere dönüştürülmekte. Bölgeler arası eğitimdeki farklılık büyümekte,(alt yapı, öğretmen devamlılığı, sınıf mevcutları farkı, ikili öğretim. Derslik ihtiyacı sorunu sürmektedir. LGS, YKS gibi merkezi sınavlarda iller arası sıralamada Gaziantep son sıralarda olmaya devam ediyor. MEB’e bağlı kurumlarda siyasal kadrolaşma tüm sürerken, verimlilik ve liyakat adeta yok sayılmaktadır. Ekonomi, ticaret, sanayi kenti Gaziantep’i kültür, eğitim, sosyal yaşam kenti yapmak için eğitime ciddi yatırımlar yapılmalı ve saydığımız sorunların bir an önce adım adım ortadan kaldırılması gerekmektedir. Gaziantep mutlu, güvenli, nitelikli ve iyi yaşamak hepimizin hakkı. Bunun için el ele eğitim sorunlarına evrensel, bilimsel, demokratik ve eşitlikçi temelde yatırım yapma zamanı” diye konuştu.
YARI YIL TATİLİ BAŞLADI
“Türkiye’de 946 bini resmi okullarda, 170 bini özel okullarda olmak 1 milyonu aşkın öğretmen ve 18 milyona yakın öğrenci yarıyıl tatiline girecektir” diye sözlerini sürdüren Ersönmez daha sonra şu ifadelere yer verdi;
“Gaziantep ilimizde ise 629.243 öğrenci ve 24413 öğretmenin 17 Ocak 2020 tarihi itibari ile tatili başlıyor. Eğitimin niteliğinde yıllar içinde yaşanan gerileme, eğitimde yaşanan ticarileşme, belirsizlikler, okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, öğrencilerin cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocukların taciz ve istismara uğraması, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu vb. gibi çok sayıda sorun eğitim sisteminin belli başlı sorunları olarak dikkat çekmektedir. 4+4+4 sonrasında zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıktığı iddia edilmesine rağmen, ortalama eğitim süresi 9 yılda kalmıştır. Türkiye’de her üç okuldan birinde ikili eğitim yapılmaktadır. MEB verilerine göre ikili eğitim yapılan okul oranı 2018’de yüzde 33,83 iken, 2019 hedefi yüzde 29’dur. 2020 yılında 4+4+4 sisteminden kaynaklı olarak lise çağındaki öğrenci oranının yarı yarıya artması beklenmektedir. Bu durum özellikle liselerde ikili eğitim uygulamasını daha da yaygınlaştıracak, MEB’in hedeflediği rakamların çok üzerine çıkılacaktır. Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk yaşta evlenmenin önüne geçen adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar açısından eğitime erişim konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştirdiği temel sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında eğitim alanı ve okullarımız gelmektedir. Geçtiğimiz dönemde cinsiyetçilik ve cins ayrımcı uygulamaların okullarda etkili şekilde üretilmeye devam ettiği görülmüştür. Toplumsal yaşamdan dışlanarak aile içine hapsedilen kadınlar ve çocuklar sosyal yaşama katılımdan uzaklaştırılmaktadır. Son olarak otizmli çocuklara yönelik olduğu gibi, özel eğitim alanındaki çocuklar da sık sık ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalarla karşı karşıya bırakılmaktadır.”
“ÇOCUK İŞÇİLİĞİNDE ARTIŞ VAR”
“Okuldan ayrılmanın önünün açılması ile birlikte çocuk işçiliğin yaşı 14’e kadar düşmüştür. Bu durum, çocukların eğitim hakkından mahrum kalmasının önünü açarak, ucuz işgücü olarak çalışma hayatında yer almasını kolaylaştırmıştır” diye konuşan Ersönmez sözlerinde daha sonra şu şekilde devam etti;“Artan yoksulluk ve işsizlik nedeniyle aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalan çocuklar göç ettikleri şehirlerde çocuk işçi olarak çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Türkiye’de çocukların en temel haklarının tehdit altında olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. MEB’in yanlış okullaşma politikasının bir sonucu olarak, 2019 LGS sonuçlarına göre öğrencilerin Anadolu Lisesi taleplerini karşılamakta zorlanan MEB, çareyi tam gün eğitim yapan Anadolu liselerinde yeniden ikili öğretime geçmekte bulmuştur. İkili eğitimden kaynaklı olarak öğrencilerin şafak vakti derse girip akşam karanlığında dersten çıkmalarına neden olmuştur. Öğrencilerin ilgi, yetenek, gereksinim ve tercihlerini dikkate almayan, okullaşma politikasını ve buna bağlı olarak kontenjanları bunlara göre oluşturmayan MEB’in yanlış politikaları nedeniyle öğrencilerin istediği okul türünde ve okulda eğitim alma hakkı açıkça ihlal edilmiştir. Velilerin, öğrencilerimizin en çok talep ettiği akademik liselerin sayısının ve kontenjanlarının artırılması, ekonomik kriz gerekçe gösterilerek durdurulan okul ve derslik yapımının hızlandırılmasıdır. PISA 2018 sonuçları Türkiye’de eğitimin durumunu ortaya koymuştur. Türkiye, 37 OECD ülkesi arasında okuma becerilerinde 466 puanla 31'inci; Matematik okuryazarlığında 454 puanla 33'üncü, Fen bilimlerinde 468 puanla 30'uncu olmuştur. 2018 sonuçları Türkiye’nin okuma alanında ancak PISA 2012’deki seviyesine yaklaşabildiğini, matematik ve fen alanlarında ise 2012 seviyesinin üzerine ancak çıkılabildiğini göstermektedir. PISA raporunda yer alan en önemli uyarı ise sınıfsal farklılıkların eğitim ortamına yansımasıdır. Öğrencilerimizin PISA’da yüksek ve düşük puan alanların aynı okulda bulunma oranının yüksekliği okullar arasındaki farklılığı kanıtlamıştır. Eğitimde sınıfsal eşitsizlikler her geçen yıl artarak sürmektedir. Türkiye’de ise eğitimde yaşanan ticarileşmenin sonucu olarak kamusal eğitim harcamalarının oranı yüzde 72,9, hanehalkı ve özel kaynaklardan yapılan eğitim harcamalarının oranı yüzde 27,1’dir. Devletin eğitim harcamalarına yaptığı katkı yıllar içinde istikrarlı bir şekilde azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının payı istikrarlı bir şekilde artmaya devam etmektedir. Türkiye’de faaliyet yürüten özel okullar AKP ile birlikte altın çağını yaşamaya başlamıştır. Özel okul ve özel okula giden öğrenci sayıları tüm zamanların rekorunu kırmış durumdadır. Gerek okul sayısı gerekse öğrenci sayısı açısından baktığımızda 4+4+4 ile birlikte eğitimde özelleştirmenin ne kadar hızlı gerçekleştiği açıkça görülmektedir. Bu durum, kamusal eğitimin hükümet ve MEB işbirliği ile ortadan kaldırılarak, özel öğretimin devlet desteğiyle ihya edildiğinin kanıtıdır.2019-2020 eğitim öğretim yılının ilk yarısında ekonomik kriz nedeniyle çok sayıda özel okul kapısına kilit vurmuş, çok sayıda öğrenci ve öğretmen mağdur edilmiştir. Türkiye Özel Okullar Derneği (TÖZOK) son bir yıl içinde 200’e yakın özel okulun kapandığı ya da devir olduğunu açıklamıştır. Teşvik politikaları ile özel okul sayılarının ve bu okullara giden öğrenci sayısının ciddi anlamda artmasını beraberinde getirmiş olmasına rağmen, eğitim kurumu olmaktan çok birer ticarethane gibi işletilen çok sayıda okulun ekonomik gerekçelerle iflas etmesiyle oluşan mağduriyetlerin giderilmemesi önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Gerek vakıf ve derneklerle, gerekse işveren örgütleriyle imzalanan ‘işbirliği protokolleri’ ile eğitimde piyasalaştırma ve dinselleştirme uygulamaları iç içe geçmiş şekilde hayata geçirilmektedir. Özellikle vakıf ve cemaatlerle imzalanan protokollere yargı kararlarına rağmen ısrarla devam edilmesi dikkat çekicidir. Öğretmen atamalarında mülakat uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilerek, yerine sadakatin gelmesine neden olmuştur. 15 Temmuz 2016 sonrasında tek bir kadrolu öğretmen ataması yapılmazken, Kasım 2019 itibariyle MEB bünyesinde görev yapan sözleşmeli öğretmen sayısı 103 bine ulaşmıştır. Ülke çapında görev yapan ve tamamına yakını asgari ücretim altında ücret alan ücretli öğretmen sayısı ise 100 bin civarındadır. Sözleşmeli, ücretli güvencesiz çalışma nedeniyle eğitim ve bilim emekçileri üzerinde mobbing daha da artmıştır. Gaziantep’te bir öğretmenin, bir eğitim ve bilim emekçisinin güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle yaşamına son vermesi güvencesizliğin yarattığı baskının, mobbingin somut fotoğrafıdır. Sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir. Ancak yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. 2019-2020 eğitim öğretim yılının ilk yarısında eğitim alanında yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermiştir. Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız değildir. Gaziantep’te Eğitim Sorunları sürmektedir.”