Modern zamanların güzellik anlayışı, artık herkesin kendine özgü yüz hatlarını bir kenara bırakıp, adeta aynı cerrahın ellerinden çıkmış gibi görünmeyi marifet saydığı bir noktaya geldi. Sosyal medya filtrelerinin ve sahte mükemmeliyetin şehvetine kapılan kadınlar, birbirlerine benzemek uğruna, yalnızca kendi güzelliklerini değil, bazen kendi kimliklerini de kaybediyorlar. Dudak dolgusu bu kimlik kaybının en belirgin sembollerinden biri.
O zarif, hafifçe kıvrılmış doğal dudakların yerini, fazla dolgunluktan patlamaya hazır, basur olmuş bir anüsün o bilindik şişkinliği aldı. Bu dudaklar, bir zamanlar güzelliğin zarif ifadesi olan gülümsemeyi, "yanlışlıkla acı biber yemiş" bir ifadeye dönüştürdü. Dudaklar, artık konuşmaz oldu; onlar sadece abartılı bir estetisyenin imzasını taşıyan sessiz bir çığlık gibi yüzümüzde asılı duruyor.
Ama bu yeterli değil! Yalnızca dudaklar şişirilirse olur mu? Hayır, olmaz. Burnunuzu da değiştireceksiniz. Eskiden kimlik taşıyan, aile geçmişinizi ve karakterinizi yüzünüzde anlatan burunlar artık kesin bir kararnameyle cetvelle çizilmiş gibi dümdüz. Hafif kemerli bir burun gördüğümüzde içimizde bir tür nostalji uyanıyor; çünkü o burunlar artık yalnızca eski filmlerde ya da henüz "güzellik" için bıçak altına yatmamış yüzlerde mevcut.
Yanak dolgularına gelirsek... Bir zamanlar utangaç bir kızın gülümsemesiyle hafifçe kızaran yanaklar, artık bir estetisyenin şırıngasından çıkan dolgu maddelerinin heykeltıraşlık çalışması. Bu yanaklar insana, ceviz kırmak için çabalayan ama sonunda ellerinde ceviz kabuğu kalmış bir sincabı hatırlatıyor. Yüzümüzün en doğal ve masum bölgesinin, artık bu kadar sahte bir ifadeye teslim edilmesi, bir estetik başarısı değil, bir toplumsal trajedi olsa gerek.
Son olarak çene estetiği... Ah, o öne çıkarılan çeneler! İnsanı, bir kartalın avını yakalamak için gerilmiş keskin gagasını düşünmeye itiyor. Kartal metaforu sizi rahatsız etmesin; çünkü bu operasyonlar, yüzlerde bir tür saldırganlık ve yapay keskinlik yaratıyor. Ama iş burada bitmiyor, çene operasyonlarıyla yan yana duran "tavşan diş estetiği" modası da işin ironisini taçlandırıyor. Herkesin ön iki dişi, sanki büyük bir havuç ödülü bekleyen masal tavşanlarını andırıyor. Dudak dolgusu ve çene operasyonuyla birleştiğinde, yüzlerimiz artık doğallığın değil, cerrahların ve diş teknisyenlerinin gurur tablolarına dönüşüyor.
Tüm bu müdahaleler bir araya geldiğinde, yüzlerimiz birer estetik savaş alanı gibi görünüyor. Basur dudaklardan cetvel burunlara, sincap yanaklardan kartal çenelere ve tavşan dişlere kadar her bir detay, bireyselliğin ve farklılığın nasıl törpülendiğini, özgünlüğün yerini nasıl yapay bir tekdüzeliğin aldığını gösteriyor. Ve bu tekdüzelik yalnızca yüzlerimizi değil, ruhlarımızı da ele geçiriyor.
Peki, bu çılgınlık nereye kadar sürecek? Bizi daha güzel yapacağına inandığımız bu müdahaleler, aslında bizi daha mutsuz, daha yapay, daha kimliksiz yapmıyor mu? Gerçek güzellik, her zaman kusurlarda saklıydı; tıpkı bir aslanın yelesindeki dağınıklığın, onun asaleti ve gücünü göstermesi gibi. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, hem doğallığımızı hem de iç huzurumuzu geri kazanmamızı sağlayacak. Güzellik yarışının bu çılgın girdabında kaybolmak yerine, asıl mutluluğun anahtarı olan aslan olmayı hatırlamalıyız: Kendimize daha çok saygı duymak ve özümüzü sevmek.