Atatürk, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta türbelerin, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir; “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı aldığını açıkladığında yaverlerinden de tepki görür.Haklıdırlar.Çünkü halkı tarafından sevilen,kahraman ve başarılı bir askerdir.Ama o günün sosyal hayatında çok önem taşıyan,değer verilen tekkelerin kapatılması demek Atatürk’ü halk ile karşı karşıya da getirmek demekti. Sonuç ta öyle de olur.Ama hem o gün için hem de ilerisi için var olana büyük tehlikeleri görebilen Atatürk,gelecek her tepkiyi önemsemeden çıkardığı karar neticesinde 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.Günümüzde ile yetmişli yıllarda yeniden hortlayıp çeşitleri ile yeniden ortaya çıkan, iki binli yıllarda ise altın çağını yaşayan bu illegal örgütlenmelerin açtığı yaraları,yıkımları şimdi bir bir görmekteyiz.Bir zamanlar baş köşelerde ağırlanan dili,eli uzatılan FETÖ, ağ gibi sardığı devlet kadroları ile ülkeyi ele geçirmeye çalışırken, ondan boşalan koltuğunu doldurmakta iştahlı diğer tarikatlerin de maskeleri bir bir düşmeye başladı.Kimi gencecik kızları bir karış etekler giydirip,uyuşturup göbek attırıp kullanırken, bir diğeri de kadınları sosyal hayattan koparıp gözleri dahi görülmeyecek şekilde kapatmaya kadar gitti.Bir diğeri “Ben Mehdiyim..” diye nara atıp ortalarda dolanırken, bir diğeri de elini ayağını öptürüp altın zümrüt kaplı tahtlarda saf salak müritlerine ahretlerini kurtarmaya çalıştı.Bir diğer sırattan geçiren terlik,yanmayan kefen komedileri ile halkın aklıyla dalga geçmeye devam etti.Asıl birde kendisine “Zamanın en güzeli!!!! “dedirten, on beşliklilerin dahi şehit olmak için yarıştığı o kutlu günlerde , Kurtuluş Savaşından kaçıp mürit biriktirme derdinde olan muhteremi de anmadan geçmeyelim,ayıp olur sonra .Kısacası, al birini vur ötekine.Tarikat,cemaat yoktur,hakikat vardır..GÜNÜN SÖZÜ"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."M.K. ATATÜRKTEBESSÜMBektaşi’nin biri bir gün kaba sofu bir imamın arkasında namaza durur. Namaz bitip de dua faslı başlayınca imam cemaatin de duyması ve örnek alması için yüksek sesle dua eder. Duasında “Allah’ım iman ver, sabır ver, haramı helalden ayırt etme gücü ver “gibi yakarışlarda bulunur. Onu duyan cemaat de imam gibi yakarışlarda, isteklerde bulunur. Bunun üzerine Bektaşi yine onlar gibi duyulur bir sesle: “Allah’ım mey (şarap, içki) ver, karnım doysun; istersen haram olsun rızık ver, bir yerde sebat; bol avrat ver der.” Bunu duyan imam ve cemaat homurdanmaya başlar. Bektaşi böyle yakarmaya devam edince imam dayanamaz: Abe! Adam, sende hiç utanma yok mu? Bu nasıl dua, insan haram rızık, içki, kadın ister mi, aklını mı kaçırdın? diye Bektaşi’yi azarlar. Cemaat de Bektaşi’ye böyle çıkışınca Bektaşi şunları söyler: “Ey! İmam efendi, bana kızma; sen dua ettin baktım, düşündüm, dedim ki herhalde herkes kendinde olmayanı istiyor. Bende senin saydıkların zaten var. Olmayan ne varsa ben onu istedim…”