II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Sovyet Rusya ile yakınlaşma ihtimaline karşı Türkiye’ye ABD tarafından birtakım destekler verilmiştir. ABD’nin Avrupa ile Türkiye’ye yardımda bulunduğu Truman Doktrini ve Marshall Planı bu destekler arasındadır ABD aslında Türkiye’nin kara kaşına gözüne hayran olduğu için bu yardımları yapmadı. Orta doğudaki emellerini gerçekleştirmek için Türkiye’nin jeopolitik konumu çok önemliydi. Marshall Planı ve Truman doktrininin ön koşullarından biri Türkiye’de kara yollarının geliştirilmesiydi. Bu durum Türkiye’de Amerikan menşeli otomobil ve otobüs sayısını artırdı. Yani ABD bize yol yapımı için para verdi ama araç sattı. Ancak zamanla bu araçların yedek parça masrafları döviz stoklarında ciddi bir kayba yol açtı. Böylece tamamen yerli bir otomobil düşüncesi böyle bir dönemde ortaya çıktı. Demokrat Parti Hükûmetinin 27 Mayıs Askerî Darbesi ile sona ermesinin ardından cumhurbaşkanlığı makamına gelen Cemal Gürsel’in direktifleriyle ordunun binek araç ihtiyacını karşılayacak bir otomobil tipinin geliştirilmesi görevi Eskişehir Devlet Demir Yolları Fabrikalarına verildi. Bu iş için 1 milyon 400 bin TL ödenek ayrıldı ve Devrim adı verilen 4 otomobilin 29 Ekim törenlerine yetiştirilmesi istendi. Mühendislerin ve işçilerin otomobilleri yetiştirmek için 129 günü vardı. 16 Haziran 1961 günü yapılan toplantıda, Eskişehir Demir Yolu Fabrikalarında kullanılmayan bir dökümhane çalışma yeri olarak belirlendi. Farklı tipten otomobil yapılarının incelenerek üretilecek otomobilin özelliklerinin belirlenmesine karar verildi. Vakit kaybetmeden çalışmalara başlandı. Kapının üzerine devasa rakamlarla kalan gün sayısını gösteren bir levha asıldı. Üzerindeki gün sayısının her gün bir azaltıldığı bu levha projenin sonuna kadar orada kaldı. Projede görev alan mühendisler proje boyunca hafta sonları da dâhil her gün en az on ikişer saat çalıştılar, gerektiğinde bazı geceler sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat uyku ile işbaşında kalmaktan kaçınmadılar. Zamana karşı da bir mücadele gerektiren bu görevin yerine getirilmesinde, yirmi mühendisin bütün enerjilerini yansıtarak çalışmasının yanında, Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu’nun yönetim grubunun başı olarak bürokratik engelleri aşması da etkili oldu. Nihayet ekim ortalarında Devrim otomobillerinden ilki tecrübeye hazır hâle geldi. Bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da cumhurbaşkanına sunulmak üzere ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. Siyah renkteki bu 2 numaralı Devrim’in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabildi. Pasta cilası Ankara’ya sevk edilirken gece trende yapıldı. Buharlı lokomotiflerle çekilen trenin bacasından sıçraması muhtemel kıvılcımlara karşı güvenlik önlemi olarak otomobilin benzin depoları boşaltıldı.Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, beyaz olarak üretilen birinciye değil, benzin konulmamış siyah renkli ikinci Devrim otomobiline bindi. Araba çalıştırıldı. Ancak 100 metre gittikten sonra durdu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in “Ne oluyor?” sorusuna direksiyondaki Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu “Cumhurbaşkanım, benzin bitti.“ cevabını verdi. Cumhurbaşkanı’ndan özür dilenerek 1 numaralı Devrim’e geçmesi rica edildi. Bunun üzerine Cemal Gürsel Anıtkabir’e bu otomobille gitti. İnerken ünlü “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama Doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz.” sözlerini söyledi. Gerçekte Devrim bir başarı ve mucize hikâyesiydi ama dönemin politik ve rant atmosferinin acımasız mücadelesi içinde kayboldu hatta ters propaganda aracı olarak kullanıldı. Ertesi gün yayımlanan tüm gazeteler söz birliği etmişçesine “Devrim yolda kaldı.”, “Devrim’in benzini bitti.”, “Devrim yürümedi.”, “Devrim ancak 200 metre yürüdü.” başlıklarıyla çıktı. Oysa 2 numaralı Devrim, aynı gün Hipodrom’ da ki geçit törenine katılmıştı. Devrim’in bu seyrinden de Cemal Gürsel’in Anıtkabir’e bir başka Devrim otomobili ile gitmesinden de söz eden olmadı. Haber, yorum ve fıkralarda yalnızca harcanan onca paranın boşa gittiği ifade ediliyordu. Böylece Devrim arabası defteri kapanmış oldu. Onu üretenler bu olup bitenler karşısında şaşkın ve bir o kadar da kırgındılar.O zamandan bu zamana Türkiye’de çok şey değişti. Artık kendi silahlarımızı yerli ve milli imkanlarla üretir olduk. Hatta SİHA ve İHA üretiminde dünyanın ilk üç ülkesi arasına girdik. Sırada yeni yerli otomobil olan TOGG var. Otomotiv sektörü ülkelerin gelişiminde önemli bir katma değer oluşturmaktadır. Almanya’nın otomobil ihracatından kazancı birçok ülkenin toplam ihracatından daha fazla. Bizde yerli ve milli imkanlarla üreteceğimiz otomotivle özellikle Orta doğu pazarında söz sahibi ülkeler arasına gelebiliriz. SİHA üretiminde bunu başardık. Orta doğuda değil dünyada söz sahibiyiz. Bu durumun otomobil sektöründe de yaşanacağından şüphem yok. Sadece inanalım destekleyelim. Bunu başaracak insan gücü, karalılık ve azim bizde mevcut…