?>

ÇAĞIN HASTALIĞI “AFFLUENZA”

Merve Tanrıöver

7 yıl önce

Dünyanın en gelişmiş şehirlerinde eşiyle birlikte uzun yıllar turizm ataşeliği  yapmış bir yakınım, bu bölgeyi,tarihi geçmişini çok merak ettiklerinden bir süre önce ziyaretimize gelmişlerdi.Gaziantep’te dikkatlerini ilk çeken de tarihi dokusu,müzeleri,kebap,lahmacun,baklavası değil,saçma sapan genişlikteki ve bir o kadar da pahalı olan  evleriydi.İlk sordukları soruda,bu kadar medeni görünümlü bir şehirde, neden metro gibi yaygın ve hızlı ulaşım aracının olmayışıydı.

Avrupa’nın hiçbir ülkesinde göremeyecekleri olan ama Gaziantep’te gösteriş sayılan, kullanılmayan odaların dayanıp döşenmesi ve müze gibi kilit altında tutulup belirli günlerde açılmasını büyük şaşkınlık  ve hayretler içinde öğrenmişlerdi.Hatta hacı teyzelerin, milyon paralar verip, lüks vitrinlerini, şarap likör takımlarıyla doldurmaları,evlerin  Topkapı Sarayının haremin de bile rastlanılmayacak  gümüşlerle donatılması,paha biçilmez nakışlardan deste deste yapılması ve bunların tamamının ihtiyaç için değil gösteriş için yapılması, kısacası Arap kültürü ile batı arasında sıkışıp kalmış kimlik karmaşası yaşayan Gaziantep onlar için çok ilginç bir deneyim olmuştu.

Akşam üzeri balkon keyfi yaparken,hayatlarında beklide ilk defa canlısını gördükleri  geçen lüks araçları  izlerken yaşadıkları komik büyük şaşkınlık ve onları kullananların da kimlikleri(çoğunluğu kabulden dönen ev hanımları), benim için izlenilmesi büyük bir keyifti.

Bazıların burası için yaşadığı şaşkınlık ne yazık ki yerli halkı için olağan bir yaşam biçimi olmuş artık. Ekonomik sıkıntılardan,doların yükselmesinin verdiği panikten bahsederken araya birden trilyonluk ev,son model lüks araç reklamı almadığımız kaç konuşma geçmiyor ki..

Bir yanda ağızlara sakız olmuş offf..larla başlayan ekonomik sıkıntılar, diğer yanda  her gün sayıları artan,sokaklarda  park edecek karış yer bırakmayan lüks araçlar..Dört kişilik ailelerde beş araç sayısı olacak kadar görgüsüzlükler…

“Sadelik en  yüksek gelişmişlik düzeyidir.”diyen Vinci,bu bilge sözünü Gaziantep’te söylemiş olsaydı alacağı cevaplar istisnasız; kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş.Eline geçemeyen şeyler için kıskançlık yapıyor.Onunda olsun görürüz biz onu….. linç edilirdi.

Çağın hastalığı “AFFLUENZA” ya da Türkçe karşılığı “ PARAYLA SAADET OLMAZ”

Affluenza,çevresine ayak uydurma gayretinin sonucu oluşan şişkin, tembel ve doyurulmamış duygulardır. Acı veren, bulaşıcı, sosyal olarak geçen ve daha fazlasını ısrarla istemeye sebep olan israf, kaygı, borç ve fazla çalışma hastalığıdır.

Küreselleşme ile küçük bir köy haline gelen dünyamızda bilim gibi sosyal olgular ve hastalıklar da hızlave millet,sınır farkı gözetmeksizin yayılıyor.Hernekadar bizim kültürümüzde “parayla saadet olmaz”sözü oturmuş bir söz olsa, paranın elin kiri olduğu söylense ve parayı kalbine yaklaştırmamak için gömleklerinin göğüs cebine koymayan insanlardan bahsedilse de toplum içerisinde kalplerde başlayıpyavaş yavaş dile gelen inanç, ‘paran kadar hatırın var’ ya da ‘parasız saadet olmaz’a doğru yön değiştirdi. Şüphesi bu yön değiştirişte global sahneden oynanan milenyum çağı oyununun bütün aktörlerinin zengin ve mutlu rolünde olmalarıdır. İkisinden birini kaybeden sahneyi kaybetmektedir ki budenklem zihinlerde zenginlik eşittir mutluluk olarak bir süre kalmıştır ve hala bir çok insanın zihninde yerleşik durumdadır.

Perdenin önünde görünen zenginliğin tamamlayıcı parçaları büyük evler, lüks arabalar, az çalışıp çok kazandıran keyifli işler ve mutluluğun tamamlayıcı parçaları şöhret,her arzunun gerçekleşmesi, devamlı veistenen,sevilen olmak gerçek hayatta birbiriyle ya birleşmiyorlar yada birleşseler bile bir kaç parça eksik kalıyor. Bu birleşmezliği yadaeksik parçaları görmeyenler denklemde bir hata yaptıklarını düşünüp daha fazla çalışmaya devam ederek oyunun içine daha fazla batıp gerçeklikten daha çok koparken görenler de görmeyenlerin “affluenza” hastalığına yakalandığını söylüyorlar. Aman dikkat!

GÜNÜN SÖZÜ

Ölçü her şeyde gereklidir, nezakette ise kaçınılmaz.Cenap Şehabettin-

TEBESSÜM

Çok havalı ve zengin bir avukat, yeni aldığı, lüks spor arabasını ofisinin önüne park eder. Bu sırada da ofisteki çalışanlara nasıl gösteriş yapacağını düşünmektedir. Dalgın dalgın arabadan inerken yoldan hızla geçen bir kamyon, avukatın arabasının sürücü tarafındaki kapısını kopartır.

Avukat derhal cep telefonunu kapar ve polisi arar. Bir dakika içinde polis olay yerine gelir. Fakat avukat daha polisin tek bir soru sormasına fırsat bırakmadan haykırmaya baslar.

-Daha geçen gün aldığım, süper lüks arabam mahvoldu. Şimdi ne kadar usta bir kaportacı bulsam da arabam asla eskisi gibi olmayacaktır. O kamyonun sürücüsü derhal bulunmalı ve yaptığının bedelini en ağır şekilde ödemelidir.

Avukat öfkeli şikayetini nihayet bitirdiğinde, polis bıkkın ve inanamaz bir şekilde başını sallar:

- Siz avukatların bu kadar materyalist olmalarını bir türlü anlayamıyorum! Sahip olduğunuz eşyalara öyle bağlanıyorsunuz ki, gözünüz başka bir şeyi görmüyor. Şu anda sol kolun dirseğinin altından kopmuş ve sen hala arabanı düşünüyorsun.

Avukatın gözü bir anda sol koluna kayar. Ve karşılaştığı manzara karşısında dehşetini gizleyemez.

- Aman Allah'ım, Rolex'im de gitmiş!...

YAZARIN DİĞER YAZILARI