Geçmiş yazılarımdan birinde Merkez Bankası’nın faiz kararına ilişkin bir tahmin yapmıştım. Ancak olaylar öyle bir şekilde gelişti ki faizin ne olacağı tartışmasından daha önemli konular olduğunu gördük. Dövizin hızlı bir şekilde yükseldiği ortamlarda yerli paraya olan güveni tesis edebilmek amacıyla ekonomi yönetimleri faizi yükseltme politikasını tercih ederler. Ancak faizi yükseltmek sonuçta enflasyonist baskıyı düşürmek amacıyla olup çok da istenilen bir para politikası değildir zira devamlı olursa resesyonist yani daraltıcı bir etkisi vardır.
Türkiye gibi sadece yerli paranın değil dolar gibi konvertibilitesi yüksek olan bir ikinci para biriminin işler olduğu ekonomilerde döviz kurlarındaki oynaklık ekonomide belirsizliği artıran ve öngörülebilirliği azaltan bir faktör haline geliyor. 2000’li yıllardan beri bu böyle..
Tartışmalar “Merkez Bankası faizi artıracak mı ya da indirecek mi” konusu üzerinden yürüse de sonuçta ekonomide hem faizi hem döviz kurunu hem sermaye hareketlerini kontrol edebilmenin imkanı yoktur. Uygulanan negatif faiz politikası ne yazık ki düşük ve orta gelir düzeyindeki hane halkının çok da işine yaramamıştır. Son 8-9 ay içerisinde düşük faizli kredi alabilen kesim konut alımına bunu yönlendi. Konut alamayan kesim de dolara ve altına yöneldi. Bu gelişme döviz kurunu ve arkasından enflasyonu yükseltti.
Son yazımda belirtmiş olduğum ekonomi yönetimindeki Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Bakanı değişikliği ile birlikte hızlı bir şekilde TL’nin değerlendiğini gördük geçtiğimiz hafta dolar/tl 8,50’lere kadar yükselmiş iken dün itibarıyla 7,80‘lere kadar düştü.
Bu gelişmeler bana Şubat 2001 ekonomik krizini anımsattı. Şubat 2001 krizinde ekonomi bir devalüasyon-enflasyon sarmalı içerisine girmişti aynı bugün olduğu gibi ne hazin ki devalüasyonu düşürerek enflasyonu düşürme amaçlanmıştı. Dövizin bulunamadığı kurun hızlı bir şekilde yükseldiği bir panik ortamıyla beraber Merkez Bankası kura 3 yıllık bir fiyat belirleyerek ve faizi %80’lerde tutarak krizi durdurmayı başarmıştı. O dönem IMF reçetelerinin başarısız olduğunun da anlaşıldığı bir dönem olmuştu. Ancak ne yazık ki İnter bank’ın yabancı döviz mevduata %25 faiz verdiği bir dönem yaşandı. Yabancı mevduatı ülkeye çekeceğiz diye bu kadar yüksek bir faizin uygulanmış olması izahı zor bir durum. Bu nedenle sırf yabancı döviz mevduatı finansal piyasalara çekmek adına böyle bir girişim iktisatçılar tarafından da eleştirilmiş idi.
Sonuç olarak Türkiye ekonomisi için faizden daha çok döviz ve enflasyon ilişkisinin dengeli bir şekilde kurulması faizin ne olacağı tartışmasından daha önemlidir.