TCMB’nın döviz rezervlerinin konuşulduğu dolar/TL kurunun hızlı bir yükselişle seyir aldığı bir haftayı geride bıraktık. Hemen hemen her iş kolu, her sektör alışık olmadığımız bir zamandan geçiyor.Küreselleşme kavram olarak ekonomi, siyaset ve kültür ögelerinin ülkeler arasında birbirine nüfuz etmesini sağlayan uluslar ve uluslar üstü yapı ve süreçler olarak tanımlanabilir. Küreselleşmenin ekonomik yönü ile seyrini; krizler ve bu krizlere bulunan çözüm önerileri üzerinden izleyebiliyoruz. 1929 ekonomik buhranını izleyen dönemi, 1944 yılında gelişmiş ülkelerin ABD’nin Bretton Woods kasabasında toplanarak doların altın standardına bağlandığı ve doların en güçlü rezerv para birimi olduğu ve günümüze kadar gelen dönem izlemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında korumacı politikalar aktif hale gelmiştir. 1952 yılında Avrupa ülkeleri konvertibiliteye (ülke para birimlerinin birbiri ile değiştirilebilmesi) geçmiş, 1974’te ise ABD sermaye kontrollerini serbest bırakmıştır. Gelişmekte olan ülkeler 1980’lerde finansal serbestleşmeye geçmiştir. Türkiye’de sermaye hareketlerini serbestleştirme ve konvertibiliteye geçişi 1980 yılında başlatmıştır. Bu dönemin yeni ekonomik aktörleri IMF (Uluslararası Para Fonu), Dünya Bankası (WorldBank) ve Uluslararası Ticaret Örgütü (ITO) olmuştur. Günümüze kadar devam eden bu yapılanmaya, ülkelerin kendi aralarında ikili ticaret anlaşmalarına girdiği bir yapı da eklenmiştir. ABD-Çin ticari ilişkileri buna örnektir. Küreselleşmenin ekonomik kalkınmaya etkisi açısından 1980’ler altın yıllar olsa da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından ekonomik büyüme ve refah anlamında sonuçların aynı olmadığının farkedilmesi çok gecikmemiştir. 1990’ların sonunda ekonomik krizler olmuştur. Türkiye de 1999 ve 2001 yıllarında ekonomik kriz kavramı ile tanışmıştır. İzleyen yıllarda cari açık, dış borçlar, enflasyon ve devalüasyonun yaşandığı her birinde farklı birinin ön plana çıktığı ekonomik krizler söz konusu olmuştur. Bugün içinde yaşadığımız Koronavirüs salgınının yol açtığı ekonomik daralmanın bugüne kadarki yaşanan krizlerin en derini olacağı tahminler arasındadır.Piyasa kapitalizasyonu, hisse senedi piyasasında, hisse senetleri işlem gören firmaların çıkarılmış nominal sermayelerinin hisse fiyatları bazında piyasa değerini belirtir. Grafik, 2019 yılı itibarı ile ülkelerin piyasa kapitalizasyon değerlerinin gayri safi yurt içi hasılaya (gsyih) oranlarını göstermektedir. ABD ve Japonya’nın başı çektiği bu listede Türkiye sonlarda yer almaktadır. Küçük ölçekli bireysel tasarrufların yatırımlara aktarılmasında verimli ve etkin bir araç olan borsa ve diğer yatırım türlerinin ülkemizde göreceli olarak gelişmediği görülmektedir. Kaynak:SPK, Uluslararası Ekonomik ve Finansal Göstergeler, Aralık 2019.İktisat Profesörü Joseph Stiglitz, “Stiglitz Raporu Küresel Kriz Parasal ve Mali Reform Önerileri“ isimli kitabında küreselleşmenin olumsuz yönlerine değinmiştir. Buna göre mevcut sistem, gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını genellikle düşük faizle rezerv para birimlerini basan gelişmiş ülkelere transfer etmesine neden olmaktadır. Özellikle dolar rezervlerinin birikimi ABD’ye çok düşük faiz oranlarıyla borç verilmesi anlamına gelmektedir. Gelişmekte olan ülkeler için mali ve ticari istikrarsızlığın yaşandığı bir dünyada tek savunma araçlarının büyük döviz rezervleri olması ekonomik olarak haksız rekabetin ve eşitsizliğin göstergesidir. Bu nedenle sermaye piyasalarının hareketlenmesi menkul kıymet talebinin oluşturulması uzun vadede ekonomiyi koruyacak bir emniyet sübabı olma işlevine sahiptir. Ancak burada kontrol de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Geçtiğimiz hafta, BDDK yurtdışında kurulu üç bankaya TL-döviz işlemlerinde sınırlama getirdi. Spekülatif hareketin haksız rekabete yol açan yönünü kontrol etmeyi amaçladığını düşünüyorum. Sermaye hareketliliğindeki serbestleşmenin de sonsuz olmadığını bilmek gerekiyor. ***