Gözümüzü kapayıp 20 bin yıl öncesine gidelim. Acaba insanlar nasıl yaşıyorlardı? Bu zamanda insanlar mağaralarda yaşıyorlardı hayatlarını avcılık ve toplayıcılıkla geçirmekteydi. İnsan doğa etkileşiminde doğa daha baskın durumdaydı. Şehirler yoktu, trafik karmaşası yoktu, fabrikalar yoktu, sosyal problemler bugünkü gibi değildi. Neolitik Dönem dediğimiz dönemin başlarında ise yaklaşık 10 bin yıl önce insanlar avcılık ve toplayıcılık yaptığı göçebe yaşamdan tarım faaliyetleriyle yerleşik yaşama geçmeye başlamıştır. Verimli hilal dediğimiz Mezopotamya’nın tarımsal faaliyetlere uygun olması bu bölgenin insanlar tarafından tercih edilmesini sağlamış ve böylece bu alanlarda büyük yerleşmeler oluşmaya başlamıştır. Bu zamanda insanlar ekip biçmeyi öğrenmiş birlikte yaşama kültürü gelişmiş ekonomik gelişmeler ve nüfus artışıyla birlikte ilk şehirler oluşmaya başlamıştır
Uzun yıllar tarım yerleşmesiyle nüfusu ve yaşam standartları belirli bir seviyede olan şehirler, 1750’deki Sanayi Devrimi’yle başta Batı Avrupa olmak üzere önüne geçilemez bir değişim yaşamıştır. Önce maden kömürü, daha sonra petrolden gücünü alan makineler ham maddeleri mamul maddelere dönüştürmüş, yeni sanayi kolları ortaya çıkmış ve üretilen maddeler çeşitlenmiştir. Gelişen ticaretle birlikte dünyanın uzak kesimleri birbirine bağlanmıştır. Şehirler, yeni ekonomik sistemin verimliliği ve bilimsel gelişmeler sayesinde daha çok insanın evi hâline gelmiştir. Kalkınma ve küreselleşmenin sembolü olan sanayileşme, bir ülke ya da bölgenin ekonomik ve toplumsal yapısındaki temel değişimi içeren bir süreci kapsamaktadır.
Milyarlarca insanın beslenme, korunma ve giyinme gibi ihtiyaçlarının yanında çeşitli aletlerin karşılanması ancak sanayi ile mümkün olacağından şehirlerin cazibesi artmış, sunduğu farklı iş imkânları sayesinde büyük bir göç dalgası başlamıştır. Şehir nüfusu, Sanayi Devrimi ile sadece Avrupa Kıtası’nda değil tüm kıtalarda artış göstermiştir. İlerleyen dönemlerde de bu artışın devam etmesi beklenmektedir.
Kentleşmeden Kaynaklanan Başlıca Sorunlar . Plânsız kentleşme ve gecekondulaşma: Günümüzde bu sorunu büyük şehirlerde net bir şekilde görüyoruz. Çarpık kentleşme şehrin doğasını bozup şehirleri daha yaşanamaz haline getiriyor.. Çevre sorunlarının artması: Şehirlerde sanayi kuruluşlarının artması hava kirliliğinin artması, atıkların çevreye gelişigüzel bırakılması, su kaynaklarının kirletilmesi gibi bir takım çevresel sorunlara neden olmaktadır.. İşsizlik artışı: Nüfusun aşırı artması ekonomik bazı sorunlara neden olmaktadır ki işsizliğin artması yaşanan bu problemlerden en önemlilerindendir belki de.. Trafik yoğunluğu tarım ve orman arazilerinin kaybı: Aşırı nüfusla birlikte araç yoğunluğunun artması hem hava kirliliğine neden olmakta hem gürültü kirliliğine neden olmakta hem de insanların işlerinden evlerine ulaşması için gereken süreyi uzatmaktadır. Bu durum insanlarda psikolojik travmalara neden olmaktadır.. Gürültü kirliliğindeki artış: Araçlardan çıkan korna sesleri, düğünler ve eğlence merkezlerinden çıkan sesler gerçekten de hayatı daha yaşanılmaz bir hale getirmektedir.. Kent içi yeşil alanlarının daralması: Bu durumun etkilerini görmekte hissetmekteyiz. Çocuklu ailelerin çocuğunu oynatmak için ya da yoğun iş temposundan bir nebze olsun uzaklaşarak rahatlamak için yeşil alanlar aramaktadır ama maalesef yeşil alanlarımız hızla azalıyor.
Ferdi Tayfur bir şarkısında Buralarda ağaçları kesmişler yerlerine taş duvarlar dikmişler hadi gelin köyümüze geri dönelim diyordu. Gerçekten de bazen şehirlerdeki keşmekeşinden kurtulmak dinlenmek istiyor insan. Özellikle son 3 yıldır salgınında etkisiyle şehirlerden kırsal kesimlere doğru bir göç hareketliliği yaşandı. Şehirlerde meydana gelebilecek sorunların önüne geçilebilmesi için kentlilik bilincinin oluşması gerekir. Bunun için de şehirde yaşayan insanların sorumluluk alarak sorun teşkil edebilecek durumların önüne geçmesi ve bu doğrultuda kentle bütünleşmesi, var olan kimliklerin koruyarak şehirle özdeşleşen bir kimliğe sahip olması gerekir.