Türkiye’nin en dolgun,şişirilmiş su faturası ödeyenlerin başında geliyoruz; hamdolsun. Öyle ki iki kişi yaşayan bir aileye hamam işletmiş muamelesi görülüp milyar faturalar gelebiliyor. Tabi bunun itirazı, incelenmesi… derken paşa paşa şişirilmiş fatura vatandaşa ödetiliyor..
Kireç ve koruyucu maddeleri yoğunluğu yüzünden içilmesi neredeyse mümkün olmayan çeşme suları yüzünden Gaziantepliler hazır sulara da bütçe ayırmak zorunda kalıyorlar. Yağışların azlığı ile kuraklık tehlikesi, sırtımıza kambur gibi binmiş beleşçi asalaklarımız her şeyleri gibi suları da beleş.Tabi bunların borcu da bizim tepemize biniyor. Suriyeliler yüzünden suyumuzun tadı iyice kaçtı.
Sola dönüşlerin yasaklanması ile saçma sapan uzayan yollar, alternatif olarak gösterilen sokakların darlığı yüzünden çizilen, çarpılan ve heba olan araçlar, 70-80 saniyelik kırmızı ışıklar yüzünden trafikte kaybedilen olan uzun zamanlar ve her ay cebimizden acımasızca çıkan benzin paraları. Yollar düzgün olsa “bari bisiklete binelim” diyeceğiz ama kazılmadık yeri kalmayan yollarda çukura düşmeyiz diye bir garantimiz de yok..
Şehrimizin meder-i iftiharı,gelen misafirlerin ağzına bütünüyle tıktığımız reklamlarımızın baş tacı, ucuzlayan fıstığa rağmen fiyatı inatla yüksekler de olan bir türlü doyunca yiyemediğimiz baklavamız.Seninle de yollarımız ayrılıyor bir bir..
Dört tarafı şantiye olmasına rağmen Türkiye’nin en pahalı emlak fiyatları yine Gaziantep’te. Sanki boğaz manzaralı ev satıyorlarmış gibi komşu manzaralı evleri yüksek fiyatlarlar biçen inşaat sektörü doğudan göç edenlere istedikleri fiyata satabiliyorken yerli halkı kan ağlatıyor. Zaten ilimizde kiracı olmakta, yüksek kiralarla baş etmekte ayrı bir çile.
Eğitimde sonlarda olmasının haklı gururu ile okumaya gelen öğrenciler için gerek ulaşım,gerek barınma, gerekse yemek açısından pahalı olması cazibe şehri sloganına gölgeler düşürür nitelikte.
Neydi bizim şu meşhur sloganımız; ”Şimdi Gaziantep’e gitme zamanı”
Buyurun gelin diyeceğiz ama cüzdanınıza güveniyorsanız ne ala…
Biz pahalı şehiriz vesselam..
GÜNÜN SÖZÜ
"İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar.
Donald Walsch
TEBESSÜM
Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş. İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler. Ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış. Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hakim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp: "Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş. "Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan ve inkar eden bir imam ve cemaati...!"