Ünlü ozan Mahzuni Şerif bir şarkısında şöyle der;‘’Tarlanın taşı çokmuş bu senede böyle oldu, kara saban çatlakmış bu senede böyle oldu, tarla sürülemedi ekin derilemedi. Geçen yılın firezi, yerde kaldı birazı, böyle olur bazı bazı, bu senede böyle oldu tarla sürülemedi ekin derilemedi. Emeğim var yine de derdim yatar sinede, umut gelen senede, bu sene de böyle oldu tarla sürülemedi ekin derilemedi’’ Artık kara saban ile tarla sürülmüyor ama tarım 10 bin yıl önce de önemliydi 50 yıl önce de önemliydi günümüzde ise her zamankinden daha önemli. 10 bin yıl önce insanlar mağaralardan çıkıp su kenarlarında yaşamaya başladılar. İnsanlık tarihi için dönüm noktalarından biri olan neolitik çağda insanlar yerleşik hayata geçip ekip biçmeyi öğrendiler. Bu zamanda verimli hilal olarak bilinen Mezopotamya’da ilk kez tarımsal üretime geçildi buğday ilk kez bu topraklarda üretildi.
Tarımın ne kadar önemli olduğu 1800’lü yılların başında İngiliz nüfus bilimci ve iktisatçı Malthus tarafından şu teori ile vurgulamıştı; ‘’uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı durum olmaksızın (salgın hastalık kitlesel savaşlar gibi) nüfus geometrik biçimde 2,4,8,16,32,64… şeklinde artacak besin ise 1,2,3,4,5,6… şeklinde artacak. Bu durum gıdaya ulaşımız zorlaştıracaktır’’. Nüfus artışı ile gıda arzı arasındaki dengenin ancak ölümlerle sağlanacağını dile getirmişti Malthus. Tarım olmadan hayatta kalma şansımız yok denecek kadar azdır. Fizyolojik ihtiyaçlarımızdan beslenme ihtiyacımızı tarımdan sağlarız. Üzerimizdeki kıyafetler tişörtten tutun pantolona, ayakkabıya hatta evlerimizdeki araçlarımızdaki deri ve kumaş koltukların hammaddesi tarıma dayanmaktadır. Tarım olmadan tekstil sanayisi gıda sanayisi gibi sanayi kollarının gelişme imkânı yok gibidir. Peki ülkemizde durum ne? Ülkemizde tarım toprakları daralmakta tarıma ayrılan arazilerin oranı azalmaktadır. Artan nüfus çevre, problemleri, sanayileşme, küresel iklim değişiklikleri, yanlış arazi kullanımı gibi etmenler tarımı olumsuz etkilemektedir. En son Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş tüm dünyada tarımın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu iki ülkeden önemli ölçüde buğday alan Türkiye’nin de bu durumdan etkilenmesi kaçınılmaz. Peki biz nasıl bu hale geldik? Tarımda kendine yeten bir ülkeyken buğdaydan arpaya, mercimekten, pamuğa birçok tarım ürününde nasıl dışarıya bağımlı hale geldik. Ülkemizde tarımın yeterince gelişmemesinde birçok faktör etkilidir; gübre ve mazot fiyatlarının yüksek olması, sulama ve ilaçlamanın yetersiz oluşu, iklimsel koşullar, kırsal alanlardaki dar ve parçalı tarım arazileri, makineleşmenin yetersiz oluşu tarımın gelişimini etkileyen faktörlerdendir. Küçükken büyüklerimizin oku okumayıp da çoban mı olacaksın dediklerini hatırlarım. Belki de önce bu algının kırılması lazım. Buğday dünyada ilk defa yaklaşık 10 bin yıl önce bu topraklarda Diyarbakır çevresinde üretilmiştir. Biz tarımsal üretimde kendine yetecek sayılı ülkelerden biriydik ama ne acı ki buğdayı Rusya’dan mercimeği Kanada’dan alır hale geldik. Düşünebiliyor musunuz geçen yıl Türkiye’de 17 milyon ton buğday üretildi ama bizim ihtiyacımız 22 milyon ton bırakın dışarıya ihraç etmeyi ürettiğimiz buğday ihtiyacımızı karşılamamakta maalesef. Hollanda toprakları 41 bin km2 yaklaşık Konya kadar ve topraklarının bir kısmını denizi doldurarak kazanmıştır ama Hollanda 2020 yılında 95 milyar Euro’luk tarımsal ihracat (dışsatım) yapmıştır. Bu durum ülkemizde 12 milyar Euro dur. Bu gösterge bile şapkayı önümüze koyup düşünmemiz için yeterlidir.
Tarımı ve hayvancılığı geliştirmek desteklemek bizim milli görevlerimiz arasındadır. Sadece tarım üzerine eğitim yapan üniversiteler kurmak, birkaç tane olan tarım liselerimizin sayısını artırmak en önemlisi milli tarım projesini hayata geçirerek tarımın önemini önce biz kavramalı sonra da genç nesillere kavratmalıyız. Tarım alanlarımızı korumalı başka amaçlar için kullanmamalıyız. Herkes mühendis veya doktor olamaz ama herkes iyi bir çiftçi olabilir. Unutulmamalıdır ki geleceğimiz tarımda. Tarımı Hor gören yarını zor görür…