Bu hafta sonu bendenizin GGC seçimleri ve eşimin de Şanlı Urfa Eczacı Odası Başkanlık seçimleri vardı.Urfa’daki seçim havası mesleğin gereklerinin de olması gibi gayet nezih, kibar,düzeyli bir ortamda geçti.
İki başkan adayı arasında sanki iki dünür gibi samimi bir hava vardı.
Kazanma hırsı her iki aday içinde net görülse de, anti demokratik hiçbir davranış sergileyen yoktu.
İlk baştan eller sıkışıldı, güzel temenniler dilenildi ve hoş sohbetler eşliğinde oylar kullanıldı.
Halef ve selefler arasındaki samimi sohbetler olması gerektiği gibi demokratikçeydi..
Meydan da otobüsler dolusu çevik kuvvetler ordusu yoktu.
Sivil,üniformalı polis kuvvetleri ordusu da yoktu.
Adaylar ve destekleyicileri arasında seviyesizlik ve argo kesinlikle yoktu.
Adam yığmaca ve kaybetme endişesi ile kendini kaybetme hiç yoktu.
Seçim salonuna alınmama ya da alınıp hır çıkarma heveslisi yoktu.
Sonuçta da kaybeden kazananı tebrik etti ve katılımcı herkes,ciğer kebap tazeliğinde Urfa ziyaretlerini yapıp işinin başına döndü.
Bir gün önceki GGC seçimleri ise tarihe geçecek skandallara sahne oldu.
Yüksek tansiyonlu MHP başkanlık seçimlerine defalarca katılmış,tantanaya alışkın birisi olarak benim için bile tam bir şoktu.
Seçim alanına gelir gelmez, ilk izlenimlerle dikkat çeken görüntüler ”bitsin de hemen gidelim” diyeceğimiz sıradan bir seçim, gazeteciler için tam bir hayal kırıklığı ve fiyaskoydu.
Öncelikle gerçek gazeteci olan gazeteciler,basın kartı,şeref kartı,imtiyaz sahipleri, müdürler,dernek başkanları..üyeliklerinin olmaması!! Bahanesi ile gözlemci olarak dahi içeriye alınmadılar.
Bu yanlış uygulama haliyle tansiyonu yükseltti. Oysa demokratik davranıp içeriye girilmesine izin verilseydi,zaten seçim sırasında olay çıkarmak heveslisi birkaç kişi, hak ettiği tepkiyi top yekün alır dışarı atılırdı.
Hiç bir oda ya da başkanlık seçimlerinde göremeyeceğiniz kadar çevik kuvvet ordusu vardı. Sivilleri sayamadık bile.Yazık değil mi tatil günü o kadar insanın sebepsiz yere oraya yığılması? Savaş mı vardı? Yada eşkıyalık mı vardı da biz görmedik? Öyle olsa bizlerin orada ne işi vardı? Neyin korkusu yada neyin hesabıydı anlamak mümkün değil.Saçma sebeplerle sinirlerin gerilmesi,çifte standart uygulanması,sözlü sataşmalar ne yazık ki gazetecilere kamuoyu nezdinde ki olumsuz bakış açılarını bir kez daha teyit ettirmeye meydan verdi.
Bir Kızılderili atasözü derki; iki balık bir derede kavga ediyorsa bilin ki o dereden bir İngiliz su içmiştir.Bizde de aynen öyle oldu.
Anlamsız ve yersiz bir şekilde tansiyon yüksekti ya da yükseltilmesi için uğraşanlar, provakatörler vardı. Söylenmemesi gereken yakışıksız sözler bile söylendi.Oysa krizi idare etmek,sulhu sağlamak ve sıradan koltuklar için meslektaşların karşı karşıya gelmesi hiç hoş olmadı.
Basit bir dernek başkanlığı seçimi olayını şahsi hesaplaşmaya çevirmeye çalışanların oyunları, kendi çıkarları için meslektaşlarını tanımayanlar,arkadaşlarını görmezden gelenler,laf atanlar…yakışmayan ne varsa yapıldı ve söylendi.Bize de bu saçma günü tarihe not etmek düştü.
Başkan adayı Levent Bey’in tamda burada yükselen ve yükseltilmeye çalışılan tansiyonu görüp kazanması muhtemel seçimden çekilme kararı alması,küçük hesapları olanlar için büyük ve yerinde bir karar oldu.Kaostan beslenenlerin ve olumsuz hava yaratmayı planlayanların hevesleri kursaklarda kalırken olası bir kargaşaya da mahal
verilmemiş oldu.İşte tamda bu nedenle seçimin gerçek kazananı sağ duyu olmuş oldu.
"Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.” Diye
Dostoyevski’nin bir paylaşımını gördüm.Doğrudur.İnsandaki medeniyet olgusu kendini ilk önce hal ve hareketlerle gösterir.Samimiyet te bunun süsüdür.Ama sözde saygı maskesi adı altından gerçekte içinde çıkar,menfaat ,satıcılık,sadece benlik..varsa bunlara karşı ancak Mevlana’dan başlayıp Neyzen’e kadar uzanan bir söz silsilesi ile karşılık vermek gerekir..
GÜNÜN SÖZÜ
Kimi günahları ile yükselir, kimi meziyetleri ile kaybeder.
William Shakespeare
TEBESSÜM
DÜNYANIN EN AHMAK ADAMI
Vaktiyle çok zengin ve yaşlı bir adam varmış. Malının, mülkünün yanında çuval dolusu parası da varmış. Gün gelmiş hastalanmış, ölüm döşeğine yatmış. Ölümünün yaklaştığını anlayınca dünyadaki tek varisi olan oğlunu yanına çağırmış ve şu vasiyette bulunmuş:
-Oğlum! Şu altın dolu iki çuvalı görüyorsun. Ben öldükten sonra bu iki çuvaldan biri senin olsun, onunla hayatını rahat bir şekilde sürdür. Diğerini ise dünyanın en ahmak adamını bulup ona vermeni istiyorum.
Adam bu vasiyeti yaptıktan kısa bir süre sonra ölmüş. Oğlu babasının ölümünden sonra ilk olarak hemen babasının vasiyetini yerine getirmek istemiş. Sarı lira dolu çuvalı yanına alarak çıkmış yola. Başlamış dünyanın en ahmak adamını aramaya. Rastladığı kişilere soruyormuş:
-Sen ahmak mısın, değil misin? diye. Böyle bir soruyla karşılaşan kişilerin hepsi de hemen diklenerek:
-Ne demek istiyorsun sen? Ben aklı başında bir adamım, diyorlarmış. Tabii adam da para verecek adamı bir türlü bulamıyormuş. Adam, yorgun argın babasının vasiyetini yerine getirebilmek içir bu halde dolaşırken yolu bir düzlüğe çıkmış. Bakmış ortada kocaman bir darağacı. Üzerinde ise resmi üniformalı bir adam asılı duruyor. Asılı adama acımış, oradan geçen bir adama sormuş:
-Bu adamı kim astı?
-Padişah astırdı.
-Bu adam kimdi?
-Sadrazamdı.
Onlar bu şekilde konuşmaya devam ederken, meydanın öbür tarafından büyük bir merasimle gelmekte olan bir adamı görmüş. Bir de bakmış ki onun sırtındaki resmi elbise ile bu ağaç dalında sallanan elbise aynı. Yanındakilere sormuş:
-Peki bu gelen adam kim? Karşısındaki adam cevap vermiş:
-Bu, idam edilen sadrazamın yerine tayin edilen sadrazamdır.
Adam bu cevabı alır almaz hemen yeni sadrazamın yanına doğru koşarak selam vermiş ve:
-Babamın bir vasiyeti var. Bana dedi ki, altın ile dolu olan bu çuvalı dünyanın en ahmak adamını bulup ona vereceksin. Ben de şu anda bu çuvalı size vermeyi çok uygun buldum. Lütfen şunları alın da beni sorumluluktan kurtarın, demiş. Bunları dinleyen yeni sadrazam hayretler içinde kalmış ve dönüp sormuş:
-Peki ama dünyanın en ahmak adamı niçin ben oluyorum?
-Efendi! Senden önce, oturacağın makamda oturan kişiyi kaldırıp darağacına çekmişler, sen ise kurbanlık koyun gibi aynı makama gidip oturacaksın. Büyük bir ihtimalle sen de o makamdan alınıp o darağacına asılabilirsin. Ben senin kadar bu akıbeti göremeyecek ahmak adamı nerede bulabilirim? demiş.