Tom Hanks’in “Cast away” isimli bir filmi var. İçinde bulunduğu uçağın düşmesi sonucu kurtulan bir Fedex görevlisinin hikayesinin anlatıldığı filmde, geri döndüğünde nişanlısının evli ve çocuklu haliyle kendisini karşıladığı sarılma sahnesi geldi aklıma. Oldukça hüzünlü olan bu sahneye dair eşimin yorumu şu oldu; “bizde olsa kadın böyle bir şey yapamaz çocukları için kendini feda eder”.
Gerek iş ve gerek özel yaşamda yaşanan sorunları nasıl aştığımıza dair paylaşımda bulunmak genellikle güvenli ve konforlu olmayan bir alan gibi gelir. Akademide belirli bir yere kadar gelmiş bir kadın olarak “güvenli” sessizlikten çıkmanın da bir gereklilik ve faydalı bir aktivite olacağı düşüncesindeyim. Üniversite öğrenimimi bitirdikten sonra (üniversite öğreniminin insan hayatının önemli bir yapı taşı olduğuna inanıyorum) finans sektöründe kısa bir deneyim ve sonrasında evlilik kararı ile birlikte üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmamla başlayan akademisyenlik maceram “ne kadar başarılı oldum ya da olamadım” sorularını bir kenara bırakacak olursak hala devam ediyor. Birçok ekonomik ve sosyal krizi, Ortadoğudaki savaşları ve terörü yaşayan ülkemizin geçtiği bu sürecin akademiye yansımamasının mümkün olmadığı bir ortamda ben çoğu kez izleyici konumda kaldım. Sorunların sadece siyasi ve jeopolitik istikrarsızlıklarla kalmamış olmaması ve çalışma yaşamında kadın erkek ilişkilerinin birçok olumsuz örneğinin devam etmesi konunun bir diğer hazin yönü olsa gerek. Örneğin geçmişte çalıştığım kurumda bir öğretim görevlisinin bir diğerini ofisinde öldürmesi olayına şahit olduk. Yine geçtiğimiz haftalarda bir genç kızımızın balkondan atılarak öldürülmesi, akademide hocalar arasındaki taciz vakaları vb birçok olay toplumda kadına yönelik olan ve olmayan şiddetin her türlüsünün ne yazık ki var olduğunu gösteriyor. Ancak başlıktan da görüldüğü gibi bu yazının konusu yazarın kendi tecrübelerinden de sabit olmak üzere akademik yaşamdaki cinsiyet konusunu ele almakta.
Çalışma hayatındaki aktif kadınların yükselmelerini engelleyen etkenlerin tamamına “cam tavan sendromu” deniliyor. Kadının üst düzey idari pozisyonlara gelmesi ve unvanının yükselmesinde çoğunlukla bilgi ve yetenek eksikliğinden çok kişisel algıların, danışman ve iletişim eksiklikleri, çoklu rol üstlenme, iş-aile çatışması gibi faktörlerin bulunduğunu teyit eden birçok çalışma var. Bu durum, kadın erkek çalışan sayılarının en yakın olduğu meslek olan akademisyenlikte de değişmiyor. Yükseköğretim Bilgi Sistemi Eylül ayı 2020 verilerine göre Türkiye’de devlet ve vakıf toplamda üniversitelerdeki profesörlerin sadece %32’si kadın olup, bu oran doçentlerde %40, doktor öğretim görevlileri için %44, öğretim görevlileri için %50 ve araştırma görevlileri için %51’dir. Bu oranlara ücret politikalarına dair veriler de eklenebilir. Bunun yanısıra üst düzey yöneticilikte kadın temsil oranlarının düşüklüğü akademide ve birçok mesleki alanda karşılaşacağımız bir durumdur.
Üniversitelerimizde kadınlar, hükümetin ayrımcılığa karşı politikalarına rağmen büyük ölçüde yetersiz temsil ediliyor. Kadınlar, erkek akranlarına kıyasla daha az kazanıyor, görev süreleri daha uzun sürüyor, daha az üst kademe pozisyonu işgal ediyor, daha az hibe ve burs alıyor. Hepsinden önemlisi, Akademi'deki kadınların daha çok çalışması, daha fazla araştırma üretmesi, birden fazla projeye katılması, daha fazla hizmet ve öğretim saati alması, öğrencilerini yetiştirmesi, meslektaşlarını dinlemesi ve şefkat göstermesi ve erkek akademisyenlerden daha iyi performans göstermesi bekleniyor. Bu beklentinin karşılığında bu performansı gösterebilmeleri için yeterli fırsat ve şansa sahip olabiliyorlar mı? bu sorunun önemli bir araştırma sorusu olduğu fikrini taşıyorum. Zira kendi deneyimimden biliyorum ki yeterli derecede öğrenci yetiştirme, hakemlik yapma, kongre katılım desteği ve burs desteğine sahip olmazsanız mesleki anlamda körelmeniz kaçınılmaz ve dolayısıyla bir anda kendinizi başarılı olmak için bütün çabanıza rağmen başarısız bir konumda bulabilirsiniz.
Kadın akademisyenin bu eşitsiz baskıyla başa çıkması oldukça yorucu. Çalışmalarının adil bir şekilde tanınması için çoğu kez doğal olarak oluşan bu eşitsiz ortam, muhtemelen tükenmişlik ve depresyonun nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Şükür ki bu alanda size destek veren birçok yapı da var. Bu noktada bu merkezlerden biri olan Gaziantep Başarı Kişisel Gelişim Danışmanlık merkezinden bahsetmeden geçmem imkansız. Nörofeedback, biorezonans vb terapilerle iş yaşamı ve özel yaşama ilişkin birçok sağlık sorununun çözülmesinde etkili bir danışmanlık sunuyorlar.
Ne yazık ki bugün, birçok farklı alanda ve kariyer yollarındaki kadın için bir hak arayışı söz konusu. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökleri, toplumumuzun kimin sahip olup kimin olmadığı hakkındaki kodlamasına da dayanıyor kanımca. Yanısıra aile içi şiddet ve aile içinde kadının kadına karşı acımasızlığı bu topraklara kodlanmış adeta. Bu konuyu irdelemek belki sosyolog ve psikologların işidir.
Son cümle olarak kadınlar için sadece eşit şans ve fırsata sahip olmak arzu edilen bir varış noktası olmalıdır…
ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?