Son yıllardaki Avrupa film ve dizi sektöründe “zombi” karakterli konular furyası moda.Hatta zombi konulu filmlere ödüller yağmakta.Günümüzün yeni savaş silahlarından birisi olan film sektörü ile öncelikle beyni ele geçirip kitleleri alıştırmak ve hayata geçirilecek eylemlerde en az tepkiyi sağlamak.
“Baş edemiyorsan, güçlüye itaat edeceksin!”algısı..
Zombiler;İnsanoğlunun görünen somut yapısının derinliğinde barındırdığı karanlık ve şiddet arzularının ortaya çıkışıdır.Beyinleri sadece yemeye odaklı,düşünmeyen ama güçlü yaratıklar.Gıdaları ise insan eti.
Onlar çirkin ve ölümsüzdür.Yok edilmeleri neredeyse imkansızdır.Sadece kafalarından vurulabilirler.İnsanın içindeki şiddet!kan!öfke!intikam!yeryüzünü ele geçirme ve hükmetme arzularının dilidirler.Amaçları korkutarak, öldürerek.Ters enerjiyle.Yer altının yeryüzüne çıkışı ve aciz mahluklara üzerindeki sınırsız hakimiyet..
Ve sahnede İŞID gerçeği;
Çirkin, acımasız,zalim,öldürüldükçe yeniden çoğalan,hepsi aynı tip insanlık,Müslümanlık düşmanı yaratıklar.Kim oldukları ve nereden nasıl ortaya çıktıkları sır.İnsanoğluna karşı işledikleri cinayetler ise kan donduran türden.İnsan kanıyla beslenen Orta doğunun batı tarafından uyarlanmış zombileri. Tamamen bir mesiyanik proje.Suriye projesinin baş aktörleri.
Suriye odaklı olarak yaşananlar, adı konmasa da aslında 3. Dünya Savaşı. Türkiye ise olayların merkezinde.Batının konjonktüründe de artık bir ülkede asker veya bayrak göstermek yerine, o ülkeyi çıkar bölgesi haline dönüştürmek.Yani ‘zombi devletler’ yaratmak çok daha verimli.Bu çeyrekte yaşanacak tüm savaşlar konvansiyonel bir yöntemle olmayacak. Bu kirli savaşın ortasında olan Türkiye de ‘ileri karakol olma özelliğinden cephe ülke konumuna’ geçecektir.
Irak Savaşı’ndan sonra konvansiyonel bir savaşın maliyetinin en fazla altı ay sürdürülebileceğini fark eden emperyal ülkeler stratejik bir dönüşüm kararı aldılar. Kendi konseptlerini gayri nizami savaşların desteklenmesi ve sürdürülmesi üzerine oturtmaya başladılar.Bu akımı da son deneyimlerinden ders çıkartan ABD başlattı. Ardından diğer ülkeler de bu konsepte hızlı bir geçiş yaptı.
Düşünemeyen, karar veremeyen ve yerel kaynaklarını korumayan, üretemeyen ülkeler. Şu an Suriye’de yaşanan da bu.
Bu kirli savaşların ortasında kalan halkımız ve karar vericiler, maalesef hâlâ olayın ve oyunun büyüklüğünü anlayabilmiş değil. Bazı etnik ve mezhepsel gruplara, aynı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi gaz verilerek yeni parçalanmaların alt yapısı hazırlanmaya çalışılıyor.
Ve sıra bize geliyor!
GÜNÜN SÖZÜ
"İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar."
Donald Walsch
TEBESSÜM
Temel, bir gün tarlasından eve dönmektedir. Karadeniz bölgesinin sarp arazisindeki patikada ilerlerken, birden ayağı kayar ve yüzlerce metre derinlikteki uçuruma yuvarlanır. Can havliyle, uçurumdaki bir ağacın dalına tutunur. Aşağıya bakar, metrelerce derinlikte ve dibinde de sivri kayalar. Belki duyan olur da kurtarmaya gelir diye avazı çıktığı kadar bağırır:
-Çimse yok miiii!
Bir kaç kere daha bağırır. Sonunda, ta yukarılardan, gökten bir ses duyar:
-Ey kulum Temel! Düşüp ölsen ne var ki? Seni cennetime koyarım. Eğer emirlerimi yaptıysan, yasaklarımdan kaçındıysan, kul hakkı yemediysen hiç korkma!
Temel şöyle bi düşünür, emirlerden hemen hiçbirini yapmamış, yasakların neredeyse tamamını yapmış, kul hakkı desen sadece Fadime’nin hakkını ödeyemez. Başını kaldırıp, tekrar bağırır:
-Başka çimse yokmii!..