Birleşmiş Milletler ikinci dünya savaşından sonra ülkelere arasındaki sorunlara barışçıl çözümler bulmak amacıyla Cemiyeti Akvam yerine kurulmuştur. Birleşmiş Milletler kavramını ilk kez kullanan ABD Başkanı Roosevelt’tir. II. Dünya Savaşı devam ederken İngiltere ve ABD’nin yayımladıkları Atlantik Bildirisi’ndeki kararlar 1 Ocak 1942’de Birleşmiş Milletler Bildirisi’nde aynen kabul edilmiş, böylece kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatının temelleri atılmıştır. Ağustos-Ekim 1944’te Çin, Sovyetler Birliği İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri bir araya gelerek Birlemiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin temel ilkelerini belirlemişlerdir. Yalta Konferansı’nda BM Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri için veto ilkesi kabul edilmiştir. San Francisco Konferansı’na kadar Mihver Devletlere savaş ilan edenlerin kurucu üye olarak kabul edilecekleri ortaya konmuştur. Nihayetinde 24 Ekim 1945’te Türkiye’nin de dâhil olduğu 51 devlet, Birleşmiş Milletler adı verilen uluslararası örgütü kurmuştur. Milletler Cemiyetinden daha etkili olması beklenen bu örgüt büyük amaçlar hedeflemiştir. Birleşmiş Milletler, barışı ve uluslararası güvenliği sağlamanın ötesinde temel insan hakları, cinsiyet eşitliği ve bütün halkların sosyal ve ekonomik refahını temin etmekle de sorumludur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu önemli kararların 2/3 çoğunlukla alındığı, her ülkenin tek oy kullanma hakkının olduğu temel yapıdadır. Barışı ve uluslararası güvenliği sağlamakla yükümlü olan Güvenlik Konseyi, 5 daimî üye (ABD, SSCB, İngiltere, Fransa, Çin) ve Genel Kurul tarafından iki sene için seçilen 6 üyeden (1966’dan sonra 10 üye) oluşur. Daimî üyelerden her biri veto hakkına sahip olup sadece kendi vetolarıyla Güvenlik Konseyinin aldığı bütün kararları dondurabilir. Soğuk Savaş Dönemi’nde bloklar arasında yaşanan çatışmalardan dolayı BM’nin işlerliği azalmıştır. Daimî üyelerin herhangi bir uluslararası sorunda hem fikir oldukları yok gibidir. Ukrayna Rusya savaşında BM güvenlik konseyi Rusya’yı kınamak için toplanmış ama Rusya kendi kendisini kınamayacağı için bir sonuç çıkmamıştır.
Peki ülkeler arasındaki sorunlara barışçıl çözümler getirmek için kurulan BM işlevini yerine getirebiliyor mu? Buna evet yanıtını vermek çok zor. Daimî üyelerin veto hakkını kullanması Güvenlik Konseyini etkisiz bırakmıştır. BM’nin Soğuk Savaş sonrası müdahalede bulunmadığı Bosna-Hersek, Somali ve Irak olayları, Gazze’de yaşananlar BM’ye yönelik olumsuz değerlendirmelere yol açmış BM’nin demokratik bir statüsünün olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Teşkilatın kendi içindeki adil olmayan yapılanması ve dünyada yaşanan olaylar karşısındaki yetersizlikleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meşhur olan “Dünya beşten büyüktür.” Sözünü söylemesine neden olmuştur. BM’nin dünya barışını sağlamakta etkisiz kalması bu örgüte alternatif örgütlerin kurulmasına neden olmuştur. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkeleri arasında kurulan bir iş birliği örgütüdür. Günümüzde BRİCS üyesi ülkelerin ekonomilerinin büyüklüğü yaklaşık 30 trilyon dolardır bu miktar dünya ekonomisinin %30’una denk gelmektedir. Bu örgüte üye ülkelerin nüfusu ise 3,5 milyar ile dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Çin ve Rusya aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri arasındadır. Çin ve Rusya ABD önderliğindeki batı bloğuna karşı bir güç oluşturmak istiyor. Türkiye’nin bu örgüte üye olma isteği Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmişti. Örgütün Rusya’nın Kazan’da yapılan toplantısına ülkemizi temsilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’da katılmıştı. Peki BRİCS ABD önderliğindeki batı bloğuna karşı bir denge unsuru olabilir mi bunu zaman gösterecek. Türkiye’nin tamamen Batı bloğunda yer alması ya da tam tersi Rusya ve Çin’in öncülüğünü yaptığı doğu bloğunda yer almasının doğru olmayacağını düşünenlerdenim. Konum olarak doğu ile batı arasında yer alan Türkiye siyaseten de tamamen batının yanında yer almasının doğru olmayacağı gibi batıya sırtını dönüp yüzünü tamamen doğuya çevirmesi de doğru değildir. Türkiye’nin denge siyaseti izlemesi doğru bir yaklaşımdır.
Jeopolitik açıdan dünyanın kalbi olarak adlandırabileceğimiz doğu ile batı arasında yer alan Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada siyaseten, ekonomik olarak askeri olarak güçlü olması şarttır. Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin bölgesel bir aktör olmaktan kurtulup küresel bir aktör olarak dünya siyasetine yön veren ülkeler arasında yer almasının zamanı geldi de geçiyor bile…