Ramazan demek;huzur demek,maneviyat demek,kardeşlik demek,paylaşmak demek.Ecdadımız için de Ramazan ayının ayrı bir önemi ve hürmeti vardı.
Günümüze kadar gelmiş en güzel Ramazan hikayelerinden bir kaçı;
Bir Ramazan günü Sultan Abdülhamid¸ Yıldız Sarayı'nda bakanlar ile tanınmış gazetecilere iftar ziyafeti verdi.
Sofrada ağız tadıyla yenecek bir salatanın nasıl yapılacağı hakkında söz açıldı.
Birisinin¸ şakayla karışık şu tarifi¸ misafirlerin çok hoşuna gitti:
Salatanın yağını cömert birine¸ sirkesini bir pintiye koydurmalı¸ bir deliye de karıştırtmalıdır.
Orada bulunan yazar Ebüzziya Tevfik¸ söze karışıp şöyle dedi:
O halde¸ zeytinyağını Şevketmeab Efendimiz Abdülhamid'e¸ sirkesini de Sadrazam Paşa Hazretleri'ne koydurmalı. Çırağan Sarayı'na da gönderip karıştırtmalıdır!
O vakit¸ devrik padişah V. Murad¸ Çırağan Sarayında hapis bulunuyordu.
Bu konuşma¸ sultanın kulağına gidince¸ çok hoşlandı. Ebüzziya Tevfik'i 100 altınlık bir hediye ile ödüllendirdi.
II. Mahmud döneminde iki defa şeyhülislamlık makamına gelen Dürrizade Seyyid Abdullah Efendi¸ İstanbul'un sayılı zenginlerindendi. Üsküdar Doğancılarda inşa ettirdiği¸ Paşa Kapısı diye anılan saray yavrusu muhteşem konakta yaşamaktaydı.
Sultan Mahmud¸ bir yaz günü Ramazan akşamında¸ şeyhülislamın konağına adeta bir iftar baskını düzenledi. Yanında bakanları¸ önde gelen devlet adamları ve hizmetine bakanların oluşturduğu hatırı sayılır bir kalabalık vardı.
Haber vermeksizin gerçekleştirdiği ziyaretle Dürrizade'ye sürpriz yapmak istedi. Tabii¸ o anda konak halkını tarif edilemez bir panik havası sardı.
Etekleri tutuşarak efendisi şeyhülislam hazretlerine koşan kâhya¸ ellerini iki yana açarak şöyle sordu:
Ne yapacağız şimdi?
Ama Dürrizade hiç telaş göstermedi. Ev halkına ayrılan yemekler misafirlere verilecek¸ kendi yemeği de padişaha takdim edilecekti.
Neticede¸ bütün olumsuz şartlara rağmen her şeyiyle dört dörtlük bir sofra kuruldu. Sultan Mahmud hizmetkârı çağırtarak tebrik etti.
Yemekler gerçekten nefis olmuş. Sadece bir şey dışında. O da¸ şu billur kâse içindeki hoşaf biraz ılık olmuş¸ dedi.
Kâhya ya da o zamanki ismiyle Kethuda¸ padişahın bu küçük eleştirisi üzerine¸ elleri göbeğinde bağlı¸ başı hafifçe eğik bir vaziyette cevap verdi:
Biraz karıştırılınca kendiliğinden soğur efendimiz.
Padişah¸ işte o zaman işin farkına vardı. Ve dile getirdiği tek kusurun da geçersiz olduğunu gördü. Çünkü billur zannettiği hoşaf kabı¸ içi oyularak kâse süsü verilmiş bir buz kalıbıydı.
***
ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?