Dün Gaziantep’e sonbahar gelir gibi oldu.Hatta geç bile kaldı.Arkası da kara kış ki,oda geldim geliyorum diyor.
İlk yağmurun sevincini,mis kokusunun buram buram keyfini çıkaramadan yine kabuslarımızla yüzleşmeye başladık.Dün Gaziantep’e mevsimin en yoğun yağmuru yağarak mevsimsel açılışını yaptı.İlk yağmurlarla yine derya deniz çamurlara gömüldük.
Yolları hemen sular bastı.Alt katları sular bastı.Hatta üst katları da sular bastı.Arabalar yollarda kaldı.İnsanlar yollarda kaldı.Şehir neredeyse oluşan doğal göllerle Venedik havasına büründü.
Derhal gözlerin çevrildiği belediyeler ise savunmalarını açıkladılar tabi ki de; “yağmura hazırlıksız yakalandık” diye. Anladığımız şu ki yaz boyunca uyuyan belediyeler ilk yağmurların düşmesiyle ağustosböceği gibi hazırlıksız yakalanmışlar.Oysa o hikayenin birde karıncası vardı.
Hazırlıksız yakalanmak bahanesi nasıl olabilir ona bakalım.Sonbahar mevsimi yaz ayından sonda gelir ve anasınıfından başlayarak öğrendiğimiz bu ayları da bilmeyenimiz yoktur.Sonbahar ayları da ”Eylül-Ekim-Kasım” dır.Bu da demek olur ki ey ahali, benim arkamdan kış mevsimi geliyor, seni zor günler bekliyor,hazırlığını yap!
Kadınların temizliklerinin son rutuşu olan “yağmurlar yağsın, tozlar oturuşsunda halıları serelim” beklentisidir ilk yağmurlar.Havalar soğumadan kurulukları yapalım,turşumuzu kuralımdır sonbahar.
Ama bir yaz yatıp altyapı denetmelerini yapmayan,rögarları elden geçirmeyen geçen yıldan olan sorunların dosyalarını çekmecelere kaldırıp ilk yağmurla telaşla yerinden çıkaran belediyeler içinde kabustur sonbaharlar, yağmurlar.
GÜNÜN SÖZÜ
”Zaman büyük bir öğretmendir; ne yazık ki bütün öğrencilerini öldürür.”
(Curt Goetz)
TEBESSÜM
Osmanlı zamanında yağmur kıtlığı varmış. Hoca, Bektaşi ve cemaat yağmur duasına çıkmışlar herkes tarlaları dolaşırken Bektaşi kendi tarlasını dua ederken elleriyle göstermiş ve sonra yağmur yağmış öyle yağmış ki herkes tarlasına bakmaya gitmiş. Tarlalara vardıklarında herkesin tarlası iyiymiş fakat Bektaşi'nin tarlasını sel basmış ve Bektaşi şaşırmış ve ellerini havaya kaldırarak;
- Allah'ım suç sense değil sana bu tarlayı gösteren bende, demiş.
**
Susuzluktan kıvranan bir köy halkı, nefesi kuvvetli, "Bir dua etti mi gökten rahmet boşalıyor." diye namı yürüyen kasabadaki hocaya haber salıp getirmişler. O gece hoca efendi, bir güzel ağırlanmış, yedirilmiş, içirilmiş sabah namazından sonra hep birlikte yağmur duasına çıkılmış. Hoca dua etmiş, köylü ellerini açıp amin demiş, dua bitmiş, köye dönüyorlar, onlar yağmur beklerken hava açmış, pırıl pırıl güneş. Köye yaklaşırken,homurtular başlamış:
- Ne biçim hoca bu yahu?
- Hani bir okuyacak bir üfleyecek, gök gürleyecek yağmur yağacaktı?
- Güya karşı köye gitmiş, daha ellerini açıp duaya başlarken, gökten rahmet boşanıvermiş.
Sonunda muhtar hocanın yakasına yapışmış:
- Hani hoca yağmur yağacaktı, ne oldu?
Hoca demiş ki:
- Size yağmur yağmaz!
- Niye yağmasın? Hocaysa hoca, duaysa dua, daha ne istiyorsun?
- Siz bana güvenmediniz!
- Ne demek güvenmedik? Güvenmesek kasabadan alır buraya getirir miydik? Aldık, getirdik, paranı peşin verdik, sen dua ettin, biz amin dedik, daha nasıl güveneceğiz?
- Siz yalnız bana değil, töğbe estağfurullah, Allaha da güvenmediniz. Sizin kalbiniz bozuk!
Köylü hep birden itiraz etmiş:
- Haşa sümme haşa, nereden çıkarıyorsun bu lafları?
Hoca efendi elindeki şemsiyeyi göstermiş:
- Bre zındıklar eğer güvenseydiniz, hepiniz yağmur yağacak diye şemsiyelerinizi yanınıza alırdınız. Hani nerede şemsiyeniz? Bir ben güvendim, şemsiyemi aldım, lakin o da yetmedi!..
ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?