Ülkemiz yüz yıldır, küresel bir siyasi kimlik bunalımı yaşıyor.
Osmanlı İmparatorluğunda sağladığı istikrardan sonra elle tutulur, istikrarlı bir siyaset belirleyemedi; Doğu komünizmi, Batı kapitalizmi ve din üçgeni arasında dolaşıp durdu.
Toplum da bumerang gibi gelgitler yaşayıp hep ilk geldiği noktaya döndü..
Bir zamanlar Atatürk çü olmak prim yapıyordu. Aynı zamanda laik ve cumhuriyet çi olmak revaçta idi.
Şimdi ise dindar olmak prim yapıyor.
Türkiye’deki Müslümanların da siyasi duruşları belirsiz.
Kısa bir süre önce dindarlar, laiklerin hışmına uğramaktan korkup Atatürkçü ve laik görünürlerdi; “laiklik iyidir, inancımızın teminatıdır”, deyip onların rengine bürünürlerdi. Çünkü menfaat ve maslahat onların yanında olmakta, onların sazıyla oynamaktaydı.
Şimdi devran değişti, devran dindarların devranı oldu. Şimdi herkes dindarların rengine bürünmeli; laik, sosyalist, demokrat herkes dini kavramlar kullanır, zahiri korur hale geldi.
Şimdi revaçta dindarlık var; Allah’a kul olmak değil, Allah’a kulluğu kullanmak; dünya refahına kavuşmak, maddi menfaatlere ulaşmak için dini kullanmak, dindar görünmek, dini motiflere sarılmak revaçta.
Bu değişkenlik modasına sanat dünyası da dönemine göre katkı veriyor.Günün modası neyse o. Kimi gün alıp eline mikrofonu alıp onuncu yıl marşını söylüyor,Atatürkçüyüm diyor.Kimi günde başını kapatıp umreye koşuyor,ilahiler söylüyor.Onlarında modası var anlayacağınız.
Ama niyeyse bu durumdan kimsenin tedirgin olduğu da yok. Çünkü din topluma hakim olmayacak, dindarlık kimseye dayatılmayacak biliyorlar da bu yüzden. Yalnız dindar görünmeyen kaybedecek çünkü menfaat ve çıkar dindar görünmektedir.
Başörtüsü de “aç,kapa artema” ya döndü iyiden iyiye saçmaladı.Kimi gelip “bana ters, yobazlıktır başlar açılacak “diyor.Bir diğeri geliyor” dinin gereği,seçimde yakın,bize pirim yapın,hadi başları kapatın” diyor.Artık bundan sonra gelen ne yapar.Ha onu da kimse şimdiden kestiremiyor.
Aslında bunların birbirinden hiç bir farkı yok, bu değişiklik nöbet değişiminden, iktidarın el değişmesinden başka bir şey değil. Kemalist, laik, demokrat, sosyalist, dindar hepsi aynı kumaştan yapılmış zamanın modasına göre kesimi yapılmış elbiseler gibidirler. Çünkü ne laikler ideolojilerinin hakkaniyetine inanıp cansiperane savunurlardı, ne de şimdiki dindarlar dini için her şeylerini feda ederler. Menfaat hangi sistem ile gelirse ona yaslanırlar.
Bunlar, zamanın şartlarına göre piyasaya sürülmüş, miadı dolunca piyasadan çekilen meta gibidirler. Toplumun nabzına bakıp hangisinin prim yaptığı hesaplanır ve ona göre toplum yönlendirilir. Çünkü bunların ortak noktası maddi menfaatlere ulaşmak, dünya refahına kavuşmaktır.
Din derdi olan yok, dini duyarlılık yok. Din, dünyasını temin ettiği için ona sarılır, dünyasını sosyalizm temin etse onun peşinde gidecektir.
Allah’a kulluk için namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek rafa kalkmış, riyakarlık hakim olmuş. Zekatını vermez ama iktidar yanlılarına milyonları hediye/rüşvet verir. Bir ihale kapmak için sözde hayır kurumlarına bağış yapar ama fakirin derdiyle dertlenmek aklına gelmez.
Güç sahibine, iktidarda olana yalakalık yapıp övgüler yağdırmak, hakim güce toz kondurmamak, hatalarını dahi tevil etmek, en azından maslahat için susmak prim yapıyor maalesef.
Hakim güç ister dindar olsun, ister laik iktidara yaltaklık yapmak prim yapıyor.
Dürüstlük demode olmuş, sahtekarlık prim yapıyor.
El emeği, alın teri unutulmuş, haksız kazanç, hırsızlık, rant ve nasıl kazanırsan kazan düşüncesi prim yapıyor.
Ekonomi tıkır tıkır işliyor, zenginlerin cebi doluyor, yeni zenginler türüyor ama fakirlerin çocukları bankalara borçlu olarak dünyaya geliyor.
İnanmasan da iktidarın yanında görünmek, eleştirmemek, gözünün üstünde kaşın var dememek prim yapıyor.
Gülen Cemaatinin güçlü olduğu dönemde bina kapılarında desteyle “zaman” gazetesi doluydu.Hatta çocuklarını okullarına gönderip “sizdeniz “mesajlarını dahi verenler vardı.Şimdi ne oldu? cemaat hükümetle kötü oldu.Çocuklar okullardan çekildi,binaların girişleri temizlendi.Ama eğer yarın yine güçlenirlerse ! Yaa..işte onu da hesaba katmakta gerekir.Ne olur ne olmaz!
Eleştirmek, haksızlıkları dile getirmek serbest ama sonucuna katlanırsın. Dışlanırsın, gazetenden kovulur, işinden ve ekmeğinden olma tehlikesi yaşarsın, iş dünyasında payın azalır, toplumda itibarın düşürülür, psikolojik baskının altında bunaltılırsın. Biraz da ileri gidersen vatan haini, din düşmanı, tefrikacı, fitneci damgası yersin.
Gelecek devran neyi getirecek bilinmez ama siyasi duruşu olmayanlar, rüzgar nereden eserse o tarafa gitmeye devam edecek.
“Gücümüz bir şeye yetmez, azınlığız, statükocu olmak şimdilik maslahattır” gibi gerekçeler de bunların beslendikleri yemeklerdir.
GÜNÜN SÖZÜ
İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar.”
[Donald Walsch]
TEBESSÜM
Bunu yapan bayan sürücü değil!
Görev saati dışında bir polis memuru özel aracı ile okulların bulunduğu bölgede yasal hız ile gitmektedir.
Aniden bir kamera ışığının parlamasından aracının plakasının fotoğrafını çektiğini fark eder. Radarlı kontrol sistemlerinin tekniğini iyi bilmektedir.
Belli ki radar hata yapmaktadır. Uygun bir yerden dönerek aynı noktadan bu kez daha yavaş geçer.
Yine kameranın flaşını algılar.
Üçüncü kez ve çok daha yavaş hızla dener. Yine yakalanır.
“Birileri sistemi kurcalamış olmalı” diye düşünür ve üzerinde durmaz.
Bir iki hafta sonra evine yüklüce bir para cezası ihbarnamesi gelir.
İhbarnamenin suçun niteliği bölümünde şu ifade yer almaktadır: “Tam 3 kez, aynı tarihte, aynı noktada, bir kaç dakika arayla emniyet kemeri takmadığınız saptanmıştır.”