SEN BURAYA AİT DEĞİLSİN!!

Merve Tanrıöver
Merve Tanrıöver
SEN BURAYA AİT DEĞİLSİN!!
07-10-2019

Öncelikle şunu belirtmek isterim; Şiddetin her türlüsüne karşıyım…

Çocuğa,kadına,ekmeği için çalışanlara,hayvana,çiçeğe böceğe…

Gerçek anlamda şiddet, karşı tarafa gösterilen güç gösterisinin aksine zayıflıktır,acizliktir,korkaklıktır..

Uzun yıllardır tanıdığım, bir esnaf arkadaşımız Erdinç Bey beni aradı.Tanıdığım kadarıyla da  ikili ilişkiler de oldukça mülayim,efendi ve saygılı birisidir. Aradığında sesi ağlamaklıydı. Oğlu  Utku’nun okulunda çok kötü bir olay yaşandığını,yaşadıklarının şoku ile ne yapacaklarını bilemeden olayların çarpıtılarak servis edildiğini ve sosyal medya da olmak üzere bilinçli bir şekilde linç edildiklerini söyledi.Söz konusu da Utku olunca asla kayıtsız kalamadım.

Sosyal medyamız malum.Klavye şövalyeleri, gördükleri bir haberi doğru yanlış araştırmadan hemen linç girişimine hazır bekliyorlar.Gerçi günümüz basın organları da  onlardan çok farksız değiller.Yeter ki haber olsun,yeter ki tıklansınlar.Doğruluğunu yanlışlığını araştırmadan, günü kurtarma adına  servis edilen bir  haberi hemen kullanıyorlar.Onların gördüğü sadece okul tarafından yapılan iddialardı.Karşı tarafı  yani Utku ve ailesini de dinlemeyi sadece birkaç gazeteci arkadaş akıl edebildi.Onları  da gerçek gazetecilik adına kutluyorum.

Biz yargıç değiliz.Karar mercii  ise asla değiliz.Ama, ortada yaşanmış ciddi bir olayda bir taraf konuşuyor ve ortalığı ayağa kaldırıp mağduru oynuyorsa karşı tarafta konuşmaya, açıklama yapma, yayınlatma hakkı vardır.Ve  hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz elim olayın da bana göre  tek mağduru vardır; O da engelli olan,kalbi kırılan,hak etmediği olaylara şahitlik etmek zorunda bırakılan masum yavrumuz,Utkumuzdur!

Toplum olarak acımasızız;

İki evladı birden engelli olan Erdinç Bey’i dinlerken anladığım, endişelendiği tek şey dayak yemesi,eşinin önünde rencide edilmesi,basında çıkan yalan yanlış haberler değil.Okula hevesle giden, arkadaşlarını ve öğretmenlerini çok seven,hayata bir  yerden tutunmaya çalışan engelli evlatlarının kalbinin kırılması,mefhum olayların çocuğunun gözlerinin önünde yaşanması ve bunun sonucunda da  artık okula gitmek istememesi.Kaynaştırma amaçlı olarak gittiği okulundan, kaynağının sökülüp atılması.

""

Keşke hiç yaşanmasaydı diyeceğimiz elim olay ise kısaca şöyle;

Mefhum olaydan on gün kadar önce, Utku’nun yasanın tanıdı  yeni bir hak ile rehabilitasyon merkezinde de eğitim alması gerektiğinden, Erdinç Bey eşi ile birlikte müdür beyi ziyaret edip çocuğun okuldan yarım saat erken ayrılması için ricada bulunduklarında ret cevabı alıyorlar.Israr edince de  eşinin yanında müdür beyden uygunsuz tepkiler alıyorlar.Halbuki devletimizin özel eğitim gerektiren çocuklarla ilgili çok güzel çalışmaları var ve normal okula gitmelerindeki amaçta eğitimden ziyade kaynaştırmadır.Müdür beyin bu çocuklarla ilgili çıkan yönetmelikleri takip etmemesi de ayrı bir dramatize olay zaten.Mefhum olayın yaşandığı gün ise Erdinç Bey çocuğunun raporları için rehberlik hocası tarafından okula davet ediliyor.Gittiğinde ise  çocuğunun sınıf arkadaşları kendisini heyecanla karşılayarak,o gün okulda çok kötü şeyler yaşandığını ve    Utku’nun  sınıfta sürekli  ağladığı söylüyorlar.O anları Erdinç Bey şöyle anlatıyor; “O an  ne düşüneceğimi bilemeden endişe ile Utkunun yanına koştum.Bana  “Baba beni hemen bu okuldan çıkarmanı istiyorum. Hemen eve gidelim. Baba çok korktum, dedi. Daha sonra çocuğumun arkadaşlarından peçete alarak,  gözyaşlarını sildim ve durumu bana sakince anlatmasını istedim. Çocuk, baba müdür bana tükürdü dedi.”Şok olmuştum.

Müdür bana tükürdü;

“Çocuğumu alıp müdür beyin odasına gittiğimde kapısı açıktı. Telefon ile konuşuyordu. Hocam bugün böyle bir şey olmuş, ne söylemek istersiniz bu durum için diye sorduğumda, sana hesap mı vereceğim, çık dışarıya diye tepki verdi. Hocam, siz bizim çocuğumuzun raporu olduğunu, özel gereksinimle bir çocuk olduğunu bilmiyor musunuz? diye sorduğumda, sana hesap veremem diyerek tekrar dışarı çıkmamı söyledi. Arbede yaşandı. Masasından kalkarak üzerime yürüdü. Beni dışarı çıkarmak istedi. Bende buna izin vermedim. Hocam bunu nasıl yaparsınız dediğim de, bana vurdu. Ben de kendisine vurdum. Bana vurduğunda sehpanın üzerine düştüm ve sehpa kırıldı.En üzüldüğüm şey ise  bunların hepsi çocuğun gözünün önünde oldu. Hangi anne, hangi baba, hangi öğretmen, hangi eğitimci, hangi müfredatta bir çocuğun gözü önünde bunun yaşanmasını ister ki?
Müdürün odasında yaşanan arbedenin ardından aşağı kata indim. Çocuğuma sarılıp, orada bulunan öğretmenlere durumu anlatmaya çalıştım. Daha sonra basına yansıyan görüntülere bakıldığında, bir öğretmenin bana saldırdığını, çocuğumun önünde beni yumrukladığını gördüm.

Olay her yerde, gazetelerde, televizyonlarda okul bastılar, müdürü darp ettiler, müdüre şöyle yaptılar, böyle yaptılar  şeklinde yansıtıldı.Kamera kayıtlarını incelesinler. Okula sadece bir baba mı, yoksa topluluk mu geliyor? Aşağı katta, işyerime telefon açıyorum. Oğlumun alınmasını istiyorum. Biraderime telefon da lütfen çocuğumu okuldan çıkartın diyorum. Herkesin kamera kayıtları izlemesini ve o kayıtların yetkili merciler tarafından incelenmesini istiyorum. Başka  da söyleyeceğim bir şey yok.

Mağdur edildik;

Çevrem, adımın haberlerde, internette, gazetelerde geçtiğini ve okul da eylem olduğunu söyledi. Ben çocuğumun psikolojisini düzeltip,yine de okula gitmemiz gerekir derken, eşim bana mesaj attı. Okulda bugün eylem yapılıyormuş, diye. Böyle bir şeyin olması mümkün olabilir mi? Biz ne durumdayız.Bir  okulda neden bunlar oluyor?Bir eğitim kurumunda, hiçbir öğrencinin bilgisi olmaksızın, ya da velilere telefon açılıp okula çağrılarak  olayın iç yüzü anlatılmadan eylem yaptırılır  mı? Sonradan da veli diye lans edilenlerin okulda çalışan öğretmenler olduğunu öğrenip bir kez daha şok oluyorum.Asıl ben  ve ailem mağduruz. Şu şekilde işyerime gidip, müşterilerimin yüzüne nasıl bakacağım? Ailemin yüzüne nasıl bakacağım?. Sokağa çıktığımda ben okulda bu olayı yapmış gibi görüneceğim. Şu an eşimin, çocuklarımın psikolojisini düşünemiyorum zaten.’’

Sırf  yüzü gülsün diye;

“Çocuğum benden İngilizce kitapları almamı istedi. Çünkü arkadaşlarının vardı.Sırf yüzü gülsün, kendisini aykırı hissetmesin diye sabah erkenden kalkıp kırtasiyeye koştum.Eksiksiz olarak bütün kitaplarını aldım.Ve uyanmadan başının ucuna koydum.Sırf mutlu olsun,yüzü gülsün diye.Hayatı boyuna öğrenemeyeceği,anlayamayacağı İngilizce kitaplarına hiç değilse dokunabilsin diye…

Benim iki tane çocuğum var. İki çocuğum da terapi,eğitim alıyorlar. Eşimin psikoloji zaten alt üst.Anne baba için böyle çocuklara sahip olmak zaten yeterince ağır bir imtihan.Normal çocuklar gibi olamayacaklarını bile bile en küçük mutlulukları içinde olsa mücadele etmekten vaz geçmiyoruz. Biz hiçbir şey kaybetmeden, hiçbir şeyden vazgeçmeden, onlar için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Utku çevresine hiçbir zararı olmayan, TC‘sini, anne babasının  telefon numarasını ezberleyen bir çocuk. Okuluna mükemmel uyum sağlamıştı, çok sevmişti. Dört yıldır o okulda ve öğretmenleri kendisini çok seviyorlar.Bugüne kadar da öğretmenleri de Utku ile çok ilgiliydiler.Çocuğum adına böyle bir olayın yaşanmasına çok ama çok üzgünüm.Çocuğumla birlikte müdürün yanına giderken tek aklımdan geçen,müdür beyin Utku ile konuşup tükürme eylemini yanlış anladığını söyleyip özür dileyerek,başını okşayıp  olayı kapatmasıydı.Sadece ve sadece buydu.

Sen buraya ait değilsin;

“Mucize doktor” dizisini, engelli bireylerin farkındalıklarına dikkat çektiği için çok beğendiğimi geçenlerde yazmıştım.Dizi de  dikkatimi çeken, szöde okumuş ve toplumda değer gören üç ayrı doktor kendini kabul ettirmek için çabalayan Down sendromlu Ali’nin kulağına aynı şeyi fısıldıyorlar;” Ne kadar bilgili olursan ol.Sen engellisin ve asla buraya ait değilsin.!”
 İşte tamda anlatmak istediğimiz bu. Bizim gibi olmayanları toplum olarak sarıp sarmalayıp, aramıza alıp, kazanmak yerine dışlayıp ötekileştirerek aşağılamayı yalnızlaştırmayı yeğliyoruz.

 Bizler,sözde sağlıklılar asıl ağır engelli beyinlerimizi tedavi edip ahlak örtümüzü onarıp ne zaman ki karşımızdakini anlamaya ve yardım elini çekinmeden uzatmaya karar verirsek işte o zaman dünya yaşanası bir yer olacaktır.
Engelli olarak bu dünyada yaşamak ne kadar zorsa engelli ailesi olmak bir o kadar daha da zor.Çevrenin alaylı, rencide edici bakışlarına muhatap olmamak için çocuğunu kendisi ile birlikte toplumdan soyutlayan aileleri biliyorum.Ya da ağır depresyonla yaşamaya mahkum olanları.O ailelerin en büyük korkuları nedir biliyor musunuz?Kendileri öldükten  sonra evlatlarının ortada kalacağı korkusu.Çünkü insanoğlunun yaptığını diğer canlılar asla yapamazlar.

Yaşadığım apartmanda  ağır engelli evladı olan komşumuz, ailecek çok yüksek sesle konuşuyorlar.Kendilerine  nedenini sorduğumuzda,kızlarının duyma engeli de olduğu için bağırarak konuştuklarını ve çevre uyarmadıkça  farkında dahi olmadıklarını söylediler.Şimdi biz bu aileye neden sesiniz çok çıkıyor,bağırarak konuşuyorsunuz  diye tepki mi vereceğiz?

Atıp tutması kolay ama engelli bir çocuğa sahip anne-babalarının yaşadığı duygular:

•Şok-şaşkınlık
•Reddetme-kabullenmeme
•Acı çekme-depresyon
•Suçluluk duygusu
•Kararsızlık
•Kızgınlık-öfke,
•Neden ben?
•Utanma
•Aile fertleri arasında ayırım
•Çevre tarafından dışlanma
•Etiketlenme korkusu

Bunları bilelim  biraz daha dikkatli olmaya özen gösterelim.
Herkes bir engelli adayıdır;  unutmayalım.

GÜNÜN SÖZÜ

Çok şey olmamıza gerek yok.Önce insan olmayı öğrenelim, yeter.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?