Bundan çoook uzun yılar yıllar öncesinde, o zamanların saygınlıkla eş değerde tutulan, talip olmak isteyenlerin bile hadlerini bildiği, günümüzde ise unutulmaya yüz tutmuş gazetecilik-yazarlık diye bir meslek varmış. Toplumda ne olup bittiğini, iyisini kötüsünü gizlisi saklısı kalmadan ahali onlardan haber alırmış.Bunlar halkın sorunlarını yetkililere aktarır, çözümde bulurlarsa çocuklar gibi sevinirlermiş. Kişilik,ahlak, statü… gibi şimdiler de kaybolup gitmiş değerleri varmış.
Oturmasını kalkmasını bilir,ağızlardan çıkan her kelimenin altınca değeri olurmuş.Toplumda söz sahibi,özüne sözüne güvenilen bilir kişisi,danışmanı,akil insanlarıymış..( Akil dediysek şimdi ki soytarılarla sakın karıştırılmasın)
Onların tek torpilleri de şimdikiler gibi para,eş, sevgili,dost,hatır,gönül değil bilgileri, deneyimleri, görgüleri, kültürleri ve ustaca kullandıkları kalemleriymiş.
Gün gelmiş eski gazeteciler susmuş. Ölenler ölmüş, kalan sağlarda kendi iç dünyasına çekilmiş. Bunu fırsat bilenler ise… anlatmaya gerek, görüyoruz!!
Gazeteci mi Reklamcı mı?
Bizim bildiğimiz kadarıyla gazetecinin sorumluluğu, okurları yanıltmamayı, onlara sadece ve sadece “gerçeği” aktarmayı zorunlu kılar. Tek işi de ne olursa olsun doğruyu haber yapmaktır. Gerçeği aktarabilmenin temel koşulu da “her türlü çıkar ve nüfuz ilişkisi” nin dışında çalışabilmekten, bağımsız kalabilmekten geçer. Di.. bir zamanlar.Ama şimdi güçlünün yanında,gücün arkasında, cebi dolu, nüfuzu kalın olanlar gazetecinin en sevdiği dostu.
Ver parayı al reklamı.
Şirin ol, kötü olma. Manşet yap, keyfine bak.
At gözlüğüyle dolaş. Görme, duyma, yazma.Sakın yazma…
TEBESSÜM
Kaza yerinin etrafını polis kordonu ve meraklı bir kalabalık çevirmiştir. Gazetesine iyi bir haber yetiştirmek isteyen muhabir, çemberleri aşamayınca bir kurnazlık düşünerek seslenir:
-Yol verin! Yol verin! Ben kaza kurbanının oğluyum!
Yol verirler, muhabir yaklaşır. Bir de bakar ki;arabanın önünde bir eşek cansız yatmaktadır.
**
Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti. Ne yapsa
makbule geçmiyor, basın her gün kendisiyle uğraşıyordu. Artik canına tak
etmişti ve “Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun” diye düşünürken
aklına bir fikir geldi. Bakanın bazı özel yetenekleri vardı ve bu yeteneklerinden
birini kullanarak basın mensuplarını etkilemeye karar vererek bir basın bildirisi
yayınladı: “Pazar günü saat 10:00 da bakan denizin üzerinde yürüyecek…”
Pazar sabahı saat 10:00 da tüm basın mensupları bildiride belirtilen yerde
toplandılar… Bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye
başladı ve karşı kıyıya kadar da yürüyerek ilerledi… Herkesin gözleri dehşetle
açılmıştı. Ertesi gününün gazetelerinde şu başlık vardı:
“Bakan yüzme bilmiyor!..”
ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?