Hepimizin ağzında uzun bir zamandır aynı şikayet; Halkımız neden,dünyada ve ülkesinde olanlara karşı duyarsız, gelişmelerden bir haber,sorgulamıyor,ilgilenmiyor.Kendisini yönetenleri ise eleştirmek,yanlışlarını söylemek şöyle dursun ,sadece korkuyor.
Bunun en önemli nedenlerden birisi ise ,ülkemizde ve dünyada ki büyük ekonomik adaletsizlik . Bir yanda çok zengin ve kuşaklar boyu ailesi bollukta yaşayacak bir azınlık yaşıyor, bir yanda ise yoksul ve kuşaklar boyu ailesi var olmak için mücadele verecek bir çoğunluk yaşamaya çalışıyor.
İngiltere merkezli yardım kuruluşu OXFAM’ın Ocak 2014′te yayınladığı rapora göre dünyanın en zengin 85 kişisinin serveti, en yoksul 3,5 milyar insanın mal varlığına eşit.
Dünyanın her tarafına yayılan küresel şirketler ve onların sahipleri her geçen gün zenginleşirken dünya ulusları giderek fakirleşiyor. Çünkü küresel sistem bunu zorunlu kılıyor ve sömürgeci ülkelerle az gelişmiş ülkelerin kurdukları ilişkiler kaçınılmaz olarak böyle bir ekonomik uçurumu doğuruyor. Batı merkezli küresel şirketler, işgücünün en ucuz olduğu yerlerde üretim birimleri kuruyor veya değerli hammaddelerin yer aldığı ülkelerde bu kaynakları işleme hakkını özelleştirme yoluyla eline alıyor.Aynen bizim ülkemizde de olduğu gibi.. En düşük ücret karşılığında çalıştırılan işçilerin ürettiği mallar tüm dünya ülkelerinin piyasalarına düşük gümrük vergileriyle veya vergisiz bir biçimde sürülüyor. Gazete, televizyon, radyo, sokak reklamları ve internette bu Batı merkezli küresel şirketlerin ürünlerinin reklamları yapılıyor. Dizilerle, filmlerle, ünlü kişilerin yer aldığı reklam videolarıyla, büyük kitlelere seslenen her platformla yapılan sponsorluk anlaşmalarıyla, kampanyalarla psikolojik bir süreç başlatılıyor ve Batılı küresel şirketin ürünü, oluşturulan popüler kültürün bir parçası, bir “moda” oluyor. Tüm bunlar sonucunda dünya pazarlarında ürünlerini satan küresel şirketler bir yandan zenginliklerini katlarken bir yandan da rekabet hâlinde oldukları yerli üreticilerin güç kaybetmelerine, para kazanamaz hâle gelmelerine ve sonunda iflas etmelerine neden oluyor.Örneklerini çok yaşıyoruz.
Batılı küresel şirketler az gelişmiş ülke ekonomilerinde önemli tekeller durumuna gelince, ülkeler bu şirketlere bağımlı hâle geliyor. Her birinin ABD, İngiltere gibi ülke yönetimlerinde ve CFR, Bilderberg gibi küresel karar merkezlerinde temsilcileri bulunan bu şirketler, dünya ülkelerini Batı’nın çizdiği sınırlar dışına çıkmamaları için tehdit ediyor. Batı bir emir veriyor, az gelişmiş ülke hükümeti, Batı merkezli küresel şirketin ve yabancı sermayenin ülke ekonomisinden elini çekmesiyle oluşacak istikrarsızlıktan çekindiği için Batı’dan gelen siyasî emri uyguluyor.
Sistem böyle sürdükçe, verilerde gördüğümüz gibi 85 en zengin, dünyanın yarısının sahip olduğunu cebinde taşıyabiliyor. Bir küresel şirketin cirosu, dünya ülkelerinin yarısının dış borçlarının toplamından büyük olabiliyor.
Açlığa, yoksulluğa, üç kuruş için haftanın altı günü 10 saat çalışma işkencesine, modern köleliğe, özelleştirilip küresel şirketlere satılan fabrikalarda ağır çalışma koşullarında tükenmeye, üretip kazanamamaya, beyinlere hükmettirilen lüks yaşam uğruna ağır kredi borçlarına son verip, kendi ülkemizde egemen olamamaya karşı mücadele etmenin biricik yolu, bağımlılıktan kurtulmaktır. Tam bağımsızlık sağlanmadıkça, ekonomik zincirler ülkemizin boynundan sökülüp atılmadıkça insanca yaşamak mümkün olmayacaktır.Durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor ne yazık ki..
1838 Balta Limanı Anlaşması’yla başlayan bağımlılık devri Osmanlı’yı yerle bir etti. 1946′da ikili anlaşmalarla, 1980 neo-liberal dönemle, 1995 Gümrük Birliği Anlaşması’yla yürüyen yeni bağımlılık süreci Türkiye’mizi yavaş yavaş ölüme sürüklüyor. Ya küresel sisteme bağımlılıktan kurtulacağız, ya da yok olacağız.
GÜNÜN SÖZÜ
.
Geri kalmış demokrasiler için… : “Herkes fikrini söyler, kararı ben veririm. Burada demokrasi var.” – Oscar Wilde
TEBESSÜM
Bir mahkeme salonu düşünün… Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır…
– “Bayan Jones.. Beni tanıyor musunuz?” Yaslı teyze cevap verir:
– “Ah evet Bay WiLLiams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum.. siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir bas belasıydınız.. sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komsunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız…”
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon sok olur.. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar:
– “Peki Bayan WiLLiams, ya karşı tarafın avukatlarını tanıyor musunuz?” Kadın yine cevaplar:
– “Elbette tanıyorum.. çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. etrafın da bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”
Yine herkes şokta.. bütün salonu bir gürültü kaplar.. hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır.. Ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına sunu fısıldar…
– “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız, ikinizi de harcarım