Sesimiz gürültü eşiğimiz ne kadar yüksek çıkarsa,düğünümüz de o kadar havalı ve güzel olur; iş makineleri ne kadar uygunsuz saatlerde olursa çalışmalarımızı duymayanlarda duyar,babamızın malı gibi bireysel davranıp gürültüyü magandalıkla özdeşleştirip havamız başka olur zihniyetine sahip bir şehirde yaşıyoruz.
Pazar sabahının köründe aracının kornasına asılıp binanın önünden altınca kata son ses “ kaç ekmek alacaktım? “Diye anıranlar…
Hastası,yaşlısı,öğrencisi vardır diye aldırmayıp bina aralarında çocuklarının bağırmasından keyif alan,uyaranlara da çemkirmenin en çirkinini yapanlar…
Gerekli gereksiz yere dikkat çekmek adına araçların kornalarına yapışık ellerini çekmeyen,egzosunu patlatan serseriler…
Saatine,gününe, zamanına aldırmadan komşularının tepesinde tadilat işlerini kendinde hak görenler…
Bana göre dünyanın en gereksiz işi olan çeyiz çıkma merasimlerinin hafta sonu yapılıp bir mahalleyi taciz eden ses sistemleri…
Kafe de restoranda bile oturma adabından yoksun en yüksek volumda konuşup, gülüp çevreyi rahatsız ettiğini bilmenin küstah huzuruyla davrananlar…
Düğün sonrası gelin konvoylarının geç saatlere kadar sürmesi ile havai fişek patlatıp,havaya silah sıkarak gürültü de nirvanaya ulaşıp, bir mahallenin bedduasına alacak şekilde mutlu bir evliliğe başlayanlar…
Boğaz manzaralı ev fiyatlarına eş değer konutlarda oturup ama saygı konusunda adabı maşeret kurallarından sınıfta kalanlar…
Telefonla konuşurken çevreye bütün detayları dinletmek zorunda bırakan magandalar…
Gürültünün her rengini ve şeklini seven bir şehirde yaşıyoruz.
GÜNÜN SÖZÜ
Her şey incelikten, insan kabalıktan kırılır.
Hz. Mevlana
TEBESSÜM
Bir gün bir bilim adamı yılbaşı nedeniyle hastaneleri gezip akıllanan delileri salmaya karar vermiş. Bir sürü hastaneyi gezmiş fakat hiç akıllandığına kanaat getirilen deliye rastlamamış. En sonunda bir hastaneye gitmiş birde bakmış ki bütün deliler zıplıyor.
Hemen onlarla ilgilenen doktorlara sormuş:
– Bunlar neden böyle zıplıyorlar?
Doktor:
– Bunlar kendilerini mısır patlağı zannediyorlar, demiş.
Bir de bakmışlar ki bir tanesi zıplamadan yatağın üzerinde sabit bir şekilde duruyormuş. Hemen ona yaklaşarak sormuş:
– Sen neden zıplamıyorsun?
Deli:
– Ben tavaya yapıştım.
**
Nasrettin Hoca yolda yürürken, biri ensesine öyle bir vurmuş ki, nerdeyse yere düşecekmiş, hiddetle dönüp bakmış; karşısında tanımadığı genç bir adam. Nasrettin Hoca sormuş:
- "Ne cüretle vuruyorsun!.."
- "Özür dilerim hocam, sizi birine benzettim, küçük bir hata yaptım, ama siz pireyi deve yaptınız.
- "Yürü o zaman, kadıya gidiyoruz!"
Gitmişler kadıya, ikisini de dinleyen kadı efendi, Nasrettin Hoca'ya vuran gencin akrabasıymış. Kadı efendi, Nasrettin Hoca'yı yumuşatıp, akrabasını kurtarmaya çalışmış:
- "Hoca, hislerini anlıyorum. Bu durumda herkes aynı şeyi hissederdi. Şimdi bu genç adam kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?"
Nasrettin Hoca ısrar etmiş:
- "Olmaz, mahkeme yapılsın."
Kadı efendi, bunun üzerine akrabası olan genç adama dönüp kararını vermiş:
- "Ceza olarak Nasrettin Hoca'ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!.."
Nasrettin Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini beklemiş. Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, ama genç adam ortalıkta gözükmüyormuş.
Mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekleyen Nasrettin Hoca, kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirdikten sonra demiş ki:
- "Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!.."