Yüzyılın felaketinin üzerinden iki aydan daha fazla süre geçmesine rağmen depremin izleri hala tazeliğini
koruyor. Bugünkü yazımda kıymetli öğrencim Ada Berra Özyazıcı’nın deprem için kaleme aldığı makaleyi
yayınlayacağım. Yazının sonunda benimde söyleyeceklerim olacak.
Gelmez denilen deprem ansızın kapımızı çalmıştı soğuk bir şubat gecesinde. Korku dolu dakikaların ardından
evden çıkmıştık. Rahatlamıştık, korkuyla karışık mutluluk sarmıştı bedenimizi. Çünkü hepimiz iyiydik... Ama bilemedik
ki o sırada ısınmak için ve binalardan uzaklaşmak için bindiğimiz arabaları, kullandığımız yolları; insanlar, haber
alamadıkları ailelerinin yanına gitmek için kullanıyorlardı. Korku... Bütün şehri sarmış derinden etki yaratmıştı... Trafik
kaos ortamıydı... İnsanlar birbirine korkusunu, paniğini, çaresizliğini... anlatmak istiyorlardı. Korna sesleri her bir
kişinin feryadını, isyanını hıçkırıklarla anlatıyor gibiydi. Hava çok soğuk... Bütün insanların göz yaşını döküyordu
bulutlar... Tenimize değen yer damla bir daha ürkütüyordu bizi çünkü o damlalar çaresizlik, üzüntü, korku, şaşkınlık...
hissettiriyordu.
. Haberler ulaşmaya başlamıştı bizlere. 11 ildi aynı durumda olan... Haberlerde konuşulana asrın felaketiydi. Yemek,
su, benzin, giyecek, barınacak yer... bulunamıyordu. Arabası olan arabada olmayanlar toplu alanlarda bekliyorlardı.
En acısı da bazıları da buz gibi havada enkaz başında korkuyla karışmış umutla yakınlarını bekleyenler vardı. Sosyal
medyalardan paylaşımlar geliyordu... Enkazda olanlarla ilgili, ihtiyaç sahipleri ile ilgili... Türkiye'nin hatta Dünya'nın
her yerinden insanlar seferber olmuşlardı...
. Biz çaresizce arabalarda bekliyorduk. Bütün enkazları kaldırıp tüm canları kurtarmak isterken bunu yapamadığım,
yapamadığımız için utanıyordum. O enkazların altında bizim de olabileceğimizi düşünüyor, o kadar kişi varken
kurtarılamasam affetmeyeceğimden emindim. Bizi de affedemiyordum ama maalesef yiyecek bile zor bulurken
gücümüz kalmamıştı. Feryat edebilecek hıçkırarak ağlayacak bile takatimiz kalmamıştı...
. Kaçmak istiyorduk, ismini bilmediğimiz yerlere. Ulaşmak istiyorduk ismini bile bilmediğimiz enkaz altındaki canlara.
Feryat etmek istiyorduk imkân olmasına rağmen koordine olunamamasına. Ağlamak istiyorduk enkaz başında
çaresizce bekleyen ailelere. Yardım etmek istiyorduk buz gibi havada açık alanda bekleyen insanlara... Ama
susuyorduk çünkü kaçacak imkânımız yoktu, ulaşacak gücümüz yoktu, feryat edecek sesimiz bile yoktu, ağlayacak göz
damlalarımız kurumuştu, yardım edemiyorduk çünkü elimizden gelen hiçbir şey yoktu çünkü bizler de zor
durumdaydık...
. Depremden ölenlerin sayısı 1000 oldu 2000 oldu diye oturup sayabilmek yoruyordu insanı kırıyordu... Çünkü onlar
depremden değil; İhmallerden, çalınan malzemelerden, canı istediği için kesilen kolonlardan... sıcacık yuvaları
yıkıldıktan sonra da koordinasyon eksikliğinden, yeterli imkânı olanlara izin verilmemesinden, yıkılmış çoğu şehre 2-3
gün sonra gidilmesinden, bölgede ihtiyaç duyulan insanların devreye girmemesinden... Bütün canlar
kurtulabilecekken sayarak can kurtarıldı.
. Evladı enkazda kalan, elini tutmasına rağmen sarılıp öpemeyen anne babalar, anne babası enkazda kalan, onlara
karşı görevini yerine getiremeyen evlatlar, arkadaşıyla oyunlar oynamayı beklerken onu enkazın başında bekleyen
çocuklar, yakınının sesini duyan ama ona ulaşacak imkana sahip olmayan ve sonunda sesi kulaklarından eksilen
insanlar, can kurtarabilmek için en çok emeği veren hayvanlar... Hiçbiri bizi affetmeyecekler! Çünkü biz yıkılmaması
için evleri sağlam yapmadık! Çünkü biz malzemeden çaldık! Çünkü biz paranın candan daha önemli olduğunu
düşündük! Çünkü biz yıkımlar sonucunda onlara ulaşacak kişilere, araçlarla ihtiyaç duyarken onlar yetişemediler!
Çünkü biz kurtarıp ellerine balon vermemiz gereken çocuklarımızı kurtaramayıp enkazlarına balon bağladık! Çünkü
biz yetişemediğimiz cesetlerin kokmaması için etrafa kireç döktük! Daha fazla anlatacak çok şey var ama anlatmak
yoruyor. Çünkü biz artık kendimizden utanıyoruz!
. Evladının elini enkazın başında umutla tutan ebeveynlerin kötü haberle evladının elini bırakışı için, sesini duyduğu
yakınlarını umutla bekleyen kişilerin sesi duyamadığı için umudunu kaybedişi için... Kendim adına özür dilerim. Bizi
affetmeyeceğinizi biliyoruz çünkü bizim de bu noktada kendimizi affetmememiz lazım!
Deprem konusunda böyle bilinçli insanların olması mutluluk verici. Bu felaket bugün güney bölgemizde yaşandı,
yarın başka şehirlerde yaşanacak. O deprem gelmeden hazırlıklı olmalıyız. Bu depremden ders çıkarmalı, depremin
değil binaların ve yanlış arazi tercihlerinin bunca cana mal olduğunu unutmayarak planlamalarımızı bu yönde
yapmalıyız.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?