Geçtiğimiz cumartesi günü Bolu-Düzce depreminin 23.yıl dönümüydü. Dün gibi aklımda o zamanlar.12 Kasım 1999 Cuma günüydü Bolu ve çevresi 7,2’lik depremle sallandı. O zaman üniversite 3. Sınıfta okuyan bir toy bir öğrenciydim. Cuma günü memlekete dönme hayalleri kuruyordum ikinci öğretim olduğumuz için dersler akşam başlıyordu üniversitede. Saat 18.58 gibiydi hoca dersi bitirse diye homurdandığımız anda öyle bir sallandık ki o an 20 yıllık kısa hayatımın gözümün önünden bir film şeridi gibi geçtiğini hatırlıyorum. Öyle büyük bir sarsıntıydı ki ölümün soğuk nefesini hepimiz o gencecik yaşta hissettik. Kimimiz sıraların altına yattık, kimimiz bağırdık, kimimiz o anın verdiği şaşkınlıkla pencerelerden atladık. Deprem bitti okulun neredeyse yarısı yıkıldı. Harabeler arasında dışarıya atabildik kendimizi. Hava çok soğuktu sirenler ağlayanlar bağıranlar çağıranlar. Adeta mahşer yeri gibiydi. O zaman en önemli ihtiyacımız cep telefonlarımıza ulaşıp ailelerimize iyi olduğumuzu haber vermekti. Ama o zamanki telefonlar sadece aramaya yaradığı için sınıfta kabanımızın cebinde kalmıştı. Sonra bir arkadaşla canımızı tehlikeye atarak harabelerin içinden tüm sınıftaki kabanları aldık dışarı çıktık. Acilen ailelerimize haber vermemiz gerekiyor ama bu mümkün olmadı çünkü şebekeler kilitlenmişti. Kimseyi arayamıyoruz arayanlarda bize ulaşamıyorlardı. Sonra benim o zamanlar okul harici zamanlarda cep harçlığımı çıkarmak için çalıştığım halı sahaya gittik. Oradan bir şekilde yakınlarımıza ulaştık. Babamın sesimi duyduğunda nasıl ağladığı dün gibi aklımda. Memlekete döneceğim cebimde yeterli param yok bankadan çekeceğim bankamatikler çalışmıyor etraf toz duman Kızılay, Belediyeler, Askerî yetkililer, vatandaşlar olay yerinde enkaz altında bir yaralı var mı diye canla başla çalışıyorlar. Bir şekilde yolunu bulup arkadaşla İstanbul’a oradan da memlekete döndüm. Daha 2 ay önce Türkiye tarihinin en büyük depremlerinden birisi yaşanmıştı Büyük Marmara depremi. Henüz o depremin yaraları sarılmamışken ülke ikinci bir depremle karşı karşıya kaldı. O günler üzerinden seneler geçti aslında çok şey değişmesi gerekirken ne değişti dizce yine büyük depremler yaşadık. 2011 Van depremi, 2019 Elâzığ depremi, 2020 İzmir depremi. Yine aynı senaryolar yaşandı yine binlerce insanımız hayatını kaybetti. Yanlış arazi kullanımı daha fazla kazanmak adına binalarda ucuz ve kalitesiz malzeme kullanılması ve belki de en önemlisi bunlara ruhsat verilmesi. Olan yitip giden yaşamlara oluyor.
Deprem öldürmez bina öldürür diye kalıp bir yargı vardır. Bu sözün doğru olduğunu büyük Marmara, Bolu-Düzce, Van, Elâzığ, İzmir depremlerinde net şekilde gördük. Yan yana iki binadan birisi tamamen yıkılmışken diğeri dimdik ayakta. Bu durumun düzelmesi için daha ne kadar canımızı yitireceğiz? Kentlerimizi kurarken deprem yönetmeliğine uyuyor muyuz? Öyle bir yönetmelik var mı, varsa maddeleri ne? Depremin bir de ekonomik boyutu var 2000 yılında Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşamıştı. Bu krizde bir yıl önce yaşanan iki büyük depreminde etkisi büyüktür. Hatta yetkililer İstanbul’da 7,4 büyüklüğündeki olası bir deprem sonrasında Türkiye’nin ekonomik kaybının 200 milyar doların üzerinde olacağını söylemekteler. Bu zararı karşılayacak ekonomik gücümüz yok maalesef. İşin bir başka boyutta depreme karşı ne kadar bilinçliyiz? Cumartesi günü deprem tatbikatı yapılacaktı tüm yurtta onu bile düzgün yapamadık okullarımız, binalarımız, resmi dairelerimiz depreme hazırlıklı değil maalesef. Peki deprem anında ne yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? Okullarda depremle ilgili verilen eğitimler yeterli mi? Bu soruların hepsine evet yanıtını vermek isterdim ama maalesef.
Türkiye Alp Himalaya deprem kuşağında bulunan bir deprem ülkesi. Deprem ansızın kapımızı çalabilir. Deprem kapımızı çalmadan biz ona hazırlıklı olmalıyız. Daha fazla para kazanmak için binalarda kalitesiz beton ve demir kullanmamalıyız. Deprem yönetmeliğine uygun yapılmayan binaların güçlendirilmesi gerekiyorsa yıkılması gerekmektedir. Deprem ve diğer afetler ilkokullarda Hayat Bilgisi, orta okullarda Sosyal Bilimler, Lisede ise Coğrafya derslerinin içinde birkaç sayfa ile geçiştirilecek bir konu değil. Afetler Coğrafyası adında bir dersin ivedilikle tüm eğitim kademelerinde zorunlu ders olarak okutulması elzemdir. En önemlisi ise afet ve çevre bilinci oluşan genç nesiller yetiştirmemiz gerekiyor. Herkes için COĞRAFYA şart…
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?