Yıllardır öğrenip anlamaya çalıştığımız bir kavram: KENTSEL DÖNÜŞÜM…
Yani köy desem değil, mahalle desem hiç değil, kent desem o da değil kent gibi bir şey, kente benzer bir şey oluşturmaya çalışmak KENTSEL DÜNÜŞÜM, ülke böyle dönüşe dönüşe oluşacak…
Eski mimari yoksunu yapılar yıkılıp, yerine modern görünümlü binalar dikilecek, biraz yeşillendirilecek etrafı sağı-solu yanına yöresine bir de mahalle evi inşa edildi mi al sana kentsel dönüşüm.
Bina içerisindeki insanlar artık birbirini tanımayacak, selamlaşmayacaklar bile. Bir koşuşturma-bir telaş aş iş kaygısı içerisinde insanlar birbirini yiyecek. TAŞDEVRİSEL DÖNÜŞÜM.
Eskiden gazetelerde isimsiz haberler çıkardı, gölge adam falan diye, bayağı güzel habercilik örnekleri isimsiz kişi tarafından yapılırdı. Bu isimsiz gazeteci kahramanlar tarafından çoğu belediyeler, emniyet teşkilatı, adli organlar bi şekilde harekete geçirilip, suç ve suçluların etkisi azaltılırdı. Şimdi gölgenin boyutu değişti belediyelerin, mahalli idarenin, adli organların, emniyet teşkilatının, milli eğitimin vs üzerine düştü gölge. Gölgesel yönetim ve onun getirdiği GÖLGESEL DÖNÜŞÜM.
Kuklalar çocukları eğlendirmek için falan olurdu, şimdi kuklada yer değiştirdi. Merkez atamaları, genel başkanların ağzından çıkan lafların harfiyen yerine getirilmesi ne meclis çatısı altında, ne mahalli idarelerde idarecilerin hür iradeleriyle hiçbir şey yapamayışları. KUKLASAL DÖNÜŞÜM…
Elimize bir gazete alıp okuyorduk, bir kitap okuyorduk, arada bir televizyon seyrediyorduk güzel günlerdi o günler. Şimdi bilgisayar karşısında baka-baka duruyoruz. BAKAR’SAL DÖNÜŞÜM…
Becerilerimiz bile değişti, televizyonlarda dizi seyretme becerimiz mesela…
Becerimize beceri kattı Behlül sağolsun, onunla birlikte becerilerimiz katmerlendi… Adına aşk deyip sevgi deyip yahu ne yapsınlar işte sevmişleri deyip, böyle bir ahlaksızlığı da mubah gördük çok şükür. Neredeyse meydanlara çıkıp, “Her sülaleye bir Behlül istiyoruz” yada “Hepimiz Behlülüz” diye pankart açmadığımız kaldı. BECERİSEL DÖNÜŞÜM…
Öyle asil bir milletiz ki, ecdat her karış toprağına kanını dökmüş, komşusu açken tok yatmamış, esnafı müşterisini siftah etmeyen diğer esnafa göndermiş. Komşu kendine gönderilen bir kap yemeği almaya utanırmış. Çok iyi hatırlıyorum. Babam muhtar olduğu için, önceden erzak yardımlarını muhtarlara bırakırlardı. Onlarda muhtaç ailelere kendileri götürüp verirlerdi. İnsanlarımız öyleydi ki utanırlardı almaya, gündüz gözü istemezlerdi. Babam bizi sanki hırsızlığa yollar gibi gece kahvehaneler kapanıp herkes çekildikten sonra sırtımıza çuvalları verip o muhtaç insanların evine yollardı. Kapıyı usulca çalar, erzağı bırakırdık ihtiyaç sahibine, o kişi aldıktan sonra şöyle bir etrafa bakardı bir gören var mı diye, utanırdı yoksulluğundan.
Bizde dönüşüm biter mi?
Utanmayı da kaldırdık.
Milletimize aşevlerini reva gördük.
Şimdi bir yerde bedava bir şey mi var, gör oradaki kalabalığı, insanlar birbirini yiyecek az daha fazla almak için, az daha önce almak için: DİLENCİSEL DÖNÜŞÜM… Yani dilenci desem değil, dilenmeyici desem hiç değil. Onun gibi bir şey işte…
Fakat bir günde tüm bunlar. Yıllardır kandırıla kandırıla, uyutula uyutula, biribirine kırdırıla kırdırıla geldik biz bu utanmaz hallere. UTANMAZSAL DÖNÜŞÜM…
Bazen geçmişe dalıp insanların daha onurlu, daha saygılı, daha hatırşinas, daha samimi olduğu zamanlar geliyor ya aklıma ki, ona da KÖYSEL DÖNÜŞÜM diyoruz, onunla da hiçbir yere varılmaz (!)
Eeee bir ülke ve insanları kolayca bir yerlere gelmiyor, onun için DÖNÜŞMEK LAZIM…
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?