Koronavirüsün ekonomiye etkileri başlıklı ilk yazımı yazdığımda konunun bu kadar uzun süreli ve büyük çaplı olacağını hiç düşünmemiştim. Ne var ki neredeyse 5 haftadan fazla süredir dünyanın ve kamuoyunun gündemini meşgul ediyor. Alınan birçok yeni karar ile sosyal hayatımız da etkilendi. Gaziantep Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyen olduğum için biz de uzaktan eğitime geçtik. Bu süreç, esnek çalışma modelinin belirli ölçüde pekala uygulanabilir olduğunu bize gösterdi. Öyle ki evde kızım ve oğlumla birlikte okul süreçlerimizi yürütebildik. Herkes kendi zamanlamasını “etkin” bir şekilde uygulayabildi. Bu etkinlik öyle ki oğlumla ve kızımla gündüz saatlerinde karşılaşmak mümkün olmadı Ancak birçok arkadaşlarının da aynı durumda olduğunu görünce bizde bir anormallik yokmuş diyorum. Eşim ise çalışmak zorunda olduğu için onun da kendini koruma çabası var. Neyse ki bizler şanlı gruptayız sağlık çalışanları ve diğer mecburi çalışanlarımız için kolaylıklar diliyoruz. Ama şu bir gerçek ki işe gitmenin kıymetini anladık gerçekten.. Çalışma hayatına ilişkin değişikliklerin aktif olarak söz konusu olduğu torba yasa meclisten geçti. Bu çerçevede hükümet, işsiz grupları veya geçici işsiz olan grupları korumaya çalışıyor. Benzer durumun diğer ülkelerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Fransa 11 Mayıs’a kadar, İngiltere ise en az üç hafta daha kısıtlamaları uzattı. Bu durumda yeni bir kavram gündeme gelebilir. Bu kısıtlamaların ne şekilde olması gerektiği konusunda ülkeler kendi durumlarına özgün düzenlemeleri getiriyorlar. Bizde ise Ramazan ayının yaklaşıyor olması ve arkasından gelecek olan bayram nedeniyle sosyal izolasyonun ne şekilde olacağı konusunda alınan kararların dikkatle alınması gerekiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak bir çalışma ile “gönüllülük çalışmaları “ dersinin müfredatlara eklenmesi kararı alındı. Yapılan derslerin amacına uygun yerini doldurur bir şekilde yapılması açısından da faydası olabilir diye düşünüyorum. Derslere katılım çeşitli sebeplerle azaldı tabi ki. Okulda öğrencilerimizle yüzyüze ders işlemenin değerini anladık. Biraz da ekonomiden bahsedelim.
Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede finansal ve istihdamı teşvik edici paketler gündeme alınırken, büyük Merkez Bankaları likiditeyi arttırıcı önlemlere başvurdu. Buna rağmen dövizde yükseliş geçtiğimiz iki haftada etkisini sürdürdü. Burada psikolojik bir etki olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz hafta, Uluslararası Para Fonu (IMF) dünya ekonomisi için 2020 yılında %3’lük bir daralmayı öngördüğünü açıkladı. Yılın ikinci yarısında aşamalı bir büyüme sürecine girilebileceğini ve 2021 yılı için %5,8’lik bir büyümenin söz konusu olabileceği tahmininde bulundu. Tabi ki bu tahminle ekonomide her zaman bir belirsizliğin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Pandeminin yoğunluğu ve bulaşıcılık sürecinin ne kadar devam edeceği gibi belirsizlikler devam ediyor. Bu da ekonomileri etkiliyor. Türkiye için en önemli sorun, yükselen enflasyon olarak ortaya çıkıyor. Aşağıdaki tablo enflasyon, ticaret hacmi ve ekonomik büyüme rakamları hakkında bize bilgi veriyor. Bu verilere 2019 yılına %0.9 olan dünya ticaret hacminin 2020 için -%11 daralması bekleniyor. Bundan sonraki en olumsuz verisi ise tüketici fiyatlarındaki yükseliş olarak görülüyor. Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde tüfe rakamları %4-5 bandında seyrediyor. Oysa aynı oranlar gelişmiş ülkelerde %1-2 aralığında seyrediyor. Bu da en önemli ekonomik sorunumuzun enflasyon olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim pazara yansıyan gıda fiyatlarındaki haklı olmayan yükselişin denetimi açısından önemli bir bilgi olabilir.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?