Anlatıyor, anlattıkça coşuyordu.
Rahatlamak için anlatıp, anlattıkça da kederleniyordu:
-Sen hiç yakinen tanıdığın ve sevdiğin birinin ölmüş olmasına sevindin mi?
-İnsan çoğu kez düşmanının ölmesine bile sevinemez.
-Ölmesine değil, ölmüş olmasına.
-Anlayamadım.
Sigaradan derin bir nefes çekip başladı dökülmeye:
“Eşimden yeni ayrılmıştım, işler ters, cebimde ekmek parası bile yok. Çocuklar başımda. Dükkan tam takır. Hani bırak ekmek parası kazanmayı, ekmek parası olacak kadar satış bile yok.
Dağıtmışım kendimi, inan çocuklar yanımda olmasa evden dışarı bile çıkmayacağım. Küçük hepsi de. Neredeyse kendi başlarına yemeklerini bile yiyemeyecek haldeler.
Gidiyorlar parkta oynayıp geri geliyorlar. Akşama kadar bunlarla tek muhabbetimiz var: “acıktık”
Haklılar tabi, çocuk bu ne durmak ne de doymak bilir.
Ben dükkanın önündeki kaldırımda oturup kara kara düşünürken bu işlerin içinden nasıl çıkarım diye, ortanca oğlan geldi yanıma:
-Baba bize lahmacun yaptır.
Küçücük daha, kızamıyorsun da bilmiyor çünkü halini.
-Oğlum bugün biraz işim var, uğraşamam, yarın yaptırayım olur mu?
Hayır, üçkağıtçının da teki, kandıramıyorsun da. Kasabın bizim dükkanın üç adım ötesi olduğunu biliyor.
-Baba ben yaptırırım. Gider söylerim Hayri amcaya o yapar.
Ne diyeceğimi şaşırdım, yutkundum, yutkundum, yutkundum. Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Baksam ağlarım, biliyorum kendimi.
-Tamam oğlum, kardeşlerin gelsin de…
Arası on dakika geçmedi, diğerleri de geldi. Kaldırıma sütlü sahanı gibi dizildiler. Hepsinin de derdi aynıymış. Ben daha bir şey demeden bülbül gibi şakıdılar.
Ne gülebildim, ne ağlayabildim, ne de gözlerine bakabildim.
Bir sigara yakıp içeri geçtim. Ben bunları ısıtmak için kömürü torbayla aldığım günleri bilirim, biraz ucuz diye yarım saatlik yol yürüyüp ekmek alıp geldiğim günleri. Ama az da olsa vardı param, idare etmeye çalışıyordum. Bu kez çare yok, zaten kasaba borç var, bu kez yok diyebilir. Gidip söyleyemiyorum, ar sayıyorum. Yani ‘şart mı lan kasaptan yemek yaptırman, paran yoksa ona göre davran dese’ o dakika oraya yığılırım.
İşte o sırada dışarıdan biri bana seslendi:
‘Murat, bir bakar mısın?’
Çıktım ki bizim Vedat abi. Elinde bir tane paket, almış getirmiş.
‘Şunu al da, sevabı hatırı için birer parça çocuklarla birlikte yiyin’
Vedat abi de abisinin ölüm yıldönümü diye yemek dağıtıyormuş.
Benim çocukları gösterip,
‘Şu fırıldaklara verdim parkta almadılar, beni yordular’ dedi.
Teşekkür ettim, gitti. Ölünün hayrı için yapılmış, zengini fakiri yok, herkese dağıtılıyor sonuçta.
Elimde paketle kalakalmışım. Öylece dalmışım, bir yanımı dükkanın kapısına dayayıp.
Güleyim mi, ağlayayım mı, sevineyim mi, üzüleyim mi, yoksa kimsenin verdiği bir şeyi almadıkları için gidip çocuklara sarılayım mı?
Bilemedim abi, bilemedim.
Yahu bu çocuklar nasıl bir şey abi.
İnsanın bazen birinin ölmüş olmasına, hatta sevdiği birinin bile ölmüş olmasına da sevindiriyor.”
Gülümsedim.
“Gülme abi, bazı sevinçler ölüm barındırır. İnsan kendi ölüsünü kendi tebessümüne sarar. Ben sardım.
Dileğim o ki, kimse sarmasın, düşmanım bile."