Üniversite öğrenimimi İstanbul’da yapmak istediğimi söylediğimde annemin o dönemin popüler bir TV programı olan Seynan LEVENT in “Akşama Doğru” programını her gün aynı saatlerde izlediğini farketmiştim. O programlar sayesinde İstanbul’un kültür ve sanat hayatına ilişkin önemli bilgiler edinerek daha görmeden İstanbul’u tanımak mümkün olmuştu. Bir şehre ilişkin yaşantıya dair öğretici ve güzel bir bakış açısı oluşturabilmiş olması bence bu programı faydalı kılan ayrı bir yönüydü.
Örneğin sonraları Orhan PAMUK’un “İstanbul hatıralar ve şehir” romanını okurken sanki o semtleri orada yaşamış gibi biliyormuşçasına tanıdığımı farketmiştim. Henüz o şehri sadece bir defa görmüş olan biri için tuhaf gelecek bu durum muhtemelen bu programları takip etmiş olmak nedeniyle gerçekleşmişti.
*
Oğlum Emirhan’la olan ilişkimiz dışarıdan sıkıcı gibi görünse de bazan oldukça komik anlar içeriyor.. Mesela okul hayatı ve hayata dair görüşlerimizi paylaştığımız anlar… Emirhan’ın hayata dair çok ilginç fikirleri vardır, ben ise doğru Ahmetle yanlış Mehmet formatında ciddi konuşmalar yapar bulurum kendimi. Bazan bu çabam onun ikna edilmesinin zor olması nedeniyle çok uzun süremez. Çünkü bir çocuğun kendi fikirleri konusunda bu kadar sağlam durması bir hayli ilginç benim açımdan. Neyse iki hafta oldu Emirhan’ın eğitim süreci 8. Sınıf olması nedeniyle erken başladı. Ben de “dedektif Nick” modunda güya bilgi toplama niyetindeyim ama, gelin görün ki durum onun açısından oldukça kısa cümlelerle açıklandı ve bitti.
Okul konusunda benim cesaretsizliğimden mi yoksa beceriksizliğimden mi kaynaklandığını bilemediğim çok uzun süremeyen bir sohbet gerçekleşti aramızda. Bu yazıdan dolayı umarım bana kızmaz. Okulun nasıl geçtiğine dair sorularım karşısında verdiği cevaplar gayet açık ve net . “Oğlum okul nasıl geçti”, “Anne kötü-iyi-kötü-iyi “ nasıl yani? Cevap net ”ders –teneffüs- ders- teneffüs”. Ama sevgili oğlum ilkokula başladığında da Pazartesi günü hafta sonunun ne zaman geleceğini soruyordu, bu soruya içimden ne cevap vereceğimi düşünürken konuya açıklık getirme çabam çoğunlukla gereğinden fazla ciddi ve sıkıcı bir açıklamaya dönüşmüş olabiliyordu. Bu bir istisna mı bilmiyorum ama çevremde de benzer durumları duyuyorum, çocuklar genellikle dersleri değil teneffüsleri seviyorlar. Açıklamam şu; bazıları okulu daha çok sever bazıları da daha az…
Z kuşağının beynindeki hızlı frekansları anlamak, bazan dumura uğramama neden olsa da dialog kurma çabam devam ediyor. Zira cep telefonundaki bir uygulamayı ben daha anlamaya çalışırken, onlar çoktan konuyu çözmüş oluyorlar, veya bir bilgisayar oyununda vakit geçirmekten imtina etmeleri ortamları gereği oldukça zor.. Çocukların kendi sosyal ortamlarında çatışmaları çözmeyi ve kendilerini korumayı öğrenmelerinin kolaylıkla gerçekleştiği bir okul yaşantısı dileğiyle..
Beşeri sermaye diyoruz. Beşeri sermaye; tanım gereği kabaca eğitimli ve deneyimli işgücü anlamına geliyor. Oysa bizde ortaöğretim ve lise sınavlara endeksli geçince, üniversiteye gelen çocukların büyük bir kısmı kendilerini geliştirme adına öğrenmek zorunda oldukları çok çeşitli bilgilerin içinden asıl kendi kültürleri, kendi tarih ve edebiyatları konusunda yeterince okumamış olabiliyorlar. Zira zamanı bu şekilde programlamak da zamanın sınırsız olmaması nedeniyle oldukça zor. Eğer ki lisans eğitimini bitirmiş ve bir işe girme şansı ile başlamış ise bu defa kişinin beklentisi çoğu zaman daha tecrübeli olan personeller tarafından yüksek bulunuyor. Bir iki başarısız deneyim de buna eklenmiş ise bazılarımız için depresyondan çıkmak zorlaşabiliyor. Bu defa bu yolun nereye gittiği konusunda destek alma çabası her anlamda baş gösteriyor. Eskiden psikoloğa gitmek ayıp karşılanırken şimdilerde psikoloğu olmayan kimse yok gibi. Gerek orta ve lise gerekse üniversite yaşantısı içerisinde spor, sanat, edebiyat, şiir ve müzik daha fazla hayatımızın içinde olursa belki de daha keyifli olurdu. Sonrasında kendi ünvanını kullanarak karşısındaki ezmeye çalışan bireyler yerine daha hoşgörülü bireyler yetiştirmek mümkün olabilirdi.
İçinde yaşadığımız kültürün temel öğretileri birçok soruna çözüm getiriyor ama içinde yaşarken bazan kendi aklını kullanarak kendi sorunlarını çözmede zorlanabiliyor insan. İşte o zaman kendimle bu kadar savaş iyi mi yoksa kötü mü sorusunu soruyorum kendime. Cevabım ise sadece çalışabiliyor olmanın kendini işine vermenin bir şans olduğu…
*
Akdeniz’de Yunanistan’la olan gergin ortam, pmi verilerinin toparlanmaya başlaması, TÜFE’nin yıllık %11,7’lerde seyrettiğinin açıklanması, siyasi partilerin değişen ortamları ve virüse ilişkin rakamlarla gündem devam edegelsin, Emirhan bugün okuldan daha mutlu geldi gibi sanki.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?