Gaziantep Kent Konseyi Kadınlar Meclisinin açmış olduğu “Bende yazabiliyorum” başlıklı öykü yarışmasına katılmıştım. Değerli meclis üyeleri Dr. Samet BAYRAK, Kadınlar Meclisi Başkanı Ayşe TEYMUR, Av. Aybüken YILDIRIM, Zemzem ÇETİN ve Ercan OĞUZ çok güzel bir program hazırlamışlardı. Derece alan üç öyküye kendi öykülerini okuttular. Hepsi de bu toprakların kadın ve aile yaşamına dair hayattan kesitler sunan güzel öykülerdi. Bazıları çok hüzünlü ve dramatik ve daha niceleri yazılmayı bekleyen… Bu öykülerden biri de benimki olduğu için paylaşmak istiyorum izninizle…
Mahallemin Ruhu
Çocukluğumun sesleri zihnimde yankılanırken bilinçaltıma düşen ve bana mutluluğu hatırlatan en baskın ses, plastik sepet ve leğen satan çingenelerin sokak aralarındaki bağırmaları idi. Bugün bile duyduğumda kendimi mutlu hissettiren bu sesler, çocuk hafızamda yer etmiş olmalı ki kavurucu yaz sıcaklarını hatırlatan bir fon müziği gibiydiler. Yaşadığımız sokak, o dönem Gaziantep’inin nezih mahallelerinden biriydi. Manav Hasan, Necip bakkal ve kasap üçlüsü bir aile gibiydiler. Yan apartmanın çocuklarıyla olan bahçe savaşlarımız bizim oyunlarımızdı. Bütün apartmanın çocukları pejmürde ve metruk avluda oynar ve yan apartmanın çocuklarıyla apartman savaşları yapardık. Konusu her bir tarafın kendi apartman bahçesine diğer tarafı sokmaması üzerine süren bir savaş. Vatan toprağının ne denli kıymetli olduğunu daha çocuk yaşlarda içgüdüsel olarak ya da öğreti yoluyla benimsemiş olan bizler yan apartmanın çocuklarıyla kıyasıya mücadele ederdik. O zamanın orta direk ailelerinin oturduğu Şair Nabi sokak çok eğlenceli bir yerdi biz çocuklar için. Bir anda kendimi bahçenin ortasında bulunan üzüm asmasının dallarından koruk terlemesi yerken bulurdum. Ekşili ve acılı bu üzümleri kapışırken bana kalmayacak korkusu duyardınız.
Bu eski apartman bahçesi neler gördü kimbilir neler. Tüm komşuların sonbaharda toplanıp kuruluk ve salça yaptığı günler. İmeçe usulünün güzelliklerinin yaşandığı günler.. Sizlere anneannem Zeliş hanımı anlatmak istiyorum. Apartmanın zemin katında oturan anneannem misafiri çok seven, ağırbaşlı, titiz, düzenli çok çalışkan ve temiz bir kadındı. O bahçeyi o kadar temiz tutardı ki adeta parlatırdı. Genç yaşta eşinden ayrılmış olmanın verdiği bir hüzün müydü yoksa başka bir sebepten ötürü mü bilinmez pek güldüğünü gören olmamıştır. Dul bir kadın olarak omuzlarına binen hayatın yükü, zamanın Şark çıbanı yarası almış yüzündeki hüzünlü ifadeyi kolay kolay geçirmezdi. Üç evladını yetiştirip, eğitim kazandırıp evlendirmiş ve torunlar, onun hayatını fazlasıyla doldursa da ciddi görüntüsü hiç kaybolmazdı. Kıyafetlerini kendisi dikerdi ve çok şık giyinirdi. Torunlarını mutlu etmek için her şeyi yapan, evine gelen misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak isteyen, elinden her iş gelen ev hanımlığı ile asalet timsali bir insandı. Dindar görünen ya da ibadetini etrafa abartılı bir şekilde sunmaya çalışan biri değildi o. Hacca gitmişti, elinden tesbihi, Kuran’ı hiç düşmezdi, beş vakit namazlı bir insandı. Fırsat buldu mu dedemle olan evliliklerini ve dedemin kendisini terk etmesinin acısını benimle paylaşmak isterdi. Çoğunlukla annem bu konuların açılmasını istemez “anne gene çenen düştü” diyerek benimle bu konuların konuşulmasını istemezdi. Ama anneannem en yakın arkadaşımdı.
Dünya futbol turnuvasının yaşandığı 80’li yıllar Türkiyesi’nin mutlu çocuklarıydık. Manav şişman Hasan’ın “Maradona Maradona gool” diye top oynayan çocuklara tempo tuttuğu sokağımız, günün ilk ışıklarıyla birlikte yoğun bir hareketliliğin içine dalar ve bu hengame akşamın geç saatlerine kadar sürerdi. Mahallenin en yaramazı kardeşimin birgün bir yemek kaşığı dolusu acı Antep biberini ağzına dolduracak kadar kızmış olduğu nadir zamanlarda bile hep bizleri korur kollardı. Ufak tefek kazalar da oluyordu bazen. Birgün parkta salıncağın kafama çarpmasıyla kendimi yerde bulmuşum. Kafamda pireler uçuyordu. Babamızdan çekinir “babanıza anlatmayın” diye bizi tembihlerdi. Ruhun şad olsun anneannecim…
Çocukluk bizim anavatanımız gibidir. Bir başka deyişle ilköğrenim yıllarındaki yaşanmışlıklarımız… O günlerden hatırladığım hep bir ağızdan söylediğimiz marşlar, şiirler, antlar şimdi çok eskilerde kaldı. Anılarda kalan güzellikleri ve değerlerimizi hatırlamanın bir tadı var. İlkokul anılarımız okul bahçesinin kenarındaki seyyar kebapçıdan dürüm yemek için koşmalarımız, seksek oynamalarımız ip atlamaca, yakar top oyunlarımız. İlkokul mezuniyetimizde annemin diktiği gri renkli tafta kumaştan çok güzel omuzları volanlı elbiseyi hiç unutmadım.
1980’lerin “Anadolu Lisesi Sınavları” ortaöğrenime geçişte oldukça önemli idi. Bu yüzden sınav psikolojisi bugünün kuşağını olduğu kadar bizi de etkilemişti. Bu sınavda başarılı olamayıp hayatımın ilk büyük yenilgisini ortaöğrenim hayatıma geçerken yaşamıştım. Ama şunu unutmamalı ki yenilmek ya da başaramamak kaybettiğiniz anlamına gelmez hiçbir zaman. Kalkıp doğrulmalı insan yeniden ve yeniden.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?